EURONUR ÖZEL

İstibdattan neden kurtulamıyoruz?

İstibdat zulmün temelidir

Özel Makale | İstibdat

Önce istibdatın ne olduğunu anlayalım:

“İstibdat tahakkümdür (baskı), muamele-i keyfiyedir, kuvvete istinad ile cebirdir (zorlama), rey-i vâhiddir (tek adam idaresi), sû-i istimalâta (verilen yetkiyi kötüye kullanma) gayet müsait bir zemindir, zulmün temelidir, insaniyetin mâhîsidir (mahvedici).” (1)

İstibdat; baskı, zorbalık, keyfi muamele, kuvvete dayanarak zor kullanma, tek adam yönetimi, verilen yetkiyi kötüye kullanmaya müsait bir zemin, zulmün temeli ve insaniyetin mahvedicisi manalarını ihtiva etmektedir.

Peki, madem istibdat bu kadar kötü bir sıfat ise, biz neden bundan yakamızı bir türlü kurtaramıyoruz?

Gelin, benim gibi kırk yaşın üzerinde olanlarla çocukluğumuza dönelim. Ailemizdeki duruma bakalım.
Mesela, çocukluğumuzda ailemizle beraber belli zamanlarda toplantı yapıp ortak kararlar alabiliyor muyduk?
Yani çocuk olmamıza rağmen ailemiz bizim fikrimize değer verip görüşümüzü alıyor ve karar verme durumunda da bir oy hakkımız oluyor muydu?

Pek çoğunuzun:
“Ne toplantısı, ne kararı kardeşim. Benim babam sert bir adamdı. Bir şey söyleyecek de yapmayacaksın. Şöyle bir ters bakışı yeterdi. Sopa yememek için ne derse yapılırdı.”
Veya:
“Benim annem otoriter kadındı. Öyle naz-maz çekmez, gözümüzün yaşına bakmazdı.” dediğinizi duyar gibi oluyorum.

Evet, gerçi onlar şefkatli ve merhametli insanlardı. Fakat kendi ana babalarından aynı muameleyi gördüklerinden; gelenek ve törelerine göre kendi çocuklarına da öyle davranıyorlardı. Eğitimleri yetersizdi. Dini bilgileri zayıftı. Belki öyle davranmaları bir ölçüde normal karşılanabilirdi.

Aynı durumu şimdi kendimizde test edelim.
Mesela, bizler eşimiz ve çocuklarımızla beraber belli zamanlarda toplantı yaparak ortak kararlar alıp ailecek uygulayabiliyor muyuz?
Yani eşimiz ve çocuklarımızın bizim için çok değerli olduklarını hissettirip; fikirlerine saygı gösterip; görüşlerini alıyor ve karar alma durumunda da oy haklarını kullandırabiliyor muyuz?
Veya karar aldığımız halde kendimiz uygulamadığımız zaman özür beyan edebiliyor muyuz?
Daha da önemlisi, çocuğumuza karşı hatalı bir davranışta bulunduğumuzda ondan özür dileyip kendimizi affettirebiliyor muyuz?

Hiç öyle:
“Canım, bacak kadar çocuktan da özür mü dilenirmiş. Eski köye yeni adet mi getiriyorsun.” demeyin.
Çünkü özür dilemek bir pişmanlık ifadesidir. Kul hakkından kurtulmanın yoludur.

Bunları yapmadığımız zaman çocuğumuza ‘hür olmayı’, ‘sorumluluk taşımayı’, ‘adaleti’ ve dolayısıyla ‘kul hakkının önemini’ nasıl öğretebileceğiz?
Üstelik çocuğumuz 15 yaşına geldiğinde (buluğa girdiğinde) bağımsızlığını ilan edecek ve Rabbine doğrudan muhatap olan bir ‘kul’ olarak sorumluluk alması gerekecektir.

Doğru davranış sergilediğimizde; çocuğumuz kendini Allah katında çok değerli hissedebilecek; günah işlediğinde pişmanlık duyup tövbe edebilecek ve başka insanlarla ilişkilerinde kul hakkına girmemeye çalışacaktır. Ebedi hayatına hazırlık yapabilecektir.
Böylece emaneti koruma ve eğitme sürecimiz tamamlanıp din kardeşi olarak veya ana-baba olarak muhatabiyetimiz devam edecektir.

Fakat maalesef bir kısmımız aynen geleneklere uyup kendi yaşadıklarını çocuklarına da uyguladılar. Yani istibdat yaptılar.
Bir kısmımız ise kendi yaşadıklarını onların da yaşamaması için çocuklarını tamamen serbest bıraktılar. Hiçbir sorumluluk vermediler. Hürriyeti yanlış öğrettiler.
Karşımızda sorumsuz ve vurdumduymaz bir gençlik bulduk. Böylece onların sadece dünya hayatını değil, ahireti kazanmalarına da mani olduk.
Belki bizim istibdatımızdan kurtuldular; fakat bu sefer nefislerinin istibdatına yakalandılar. Ahlak zafiyeti gösterdiler.

Oysa aile bir milletin temel dinamiğidir. Ailenin ahlak yapısı ne kadar sağlam olursa; milletin de genel ahlak yapısı o kadar sağlam olur.
O zaman istibdattan kurtulmak istiyorsak önce ailemizdeki, sonra eğitim yeri olan okullarımızdaki istibdatı kaldırmamız elzemdir.
Daha sonra bu hürriyet ve ahlak kavramı; toplumun refah ve huzurunu sağlayacak ve ülke siyasetini de düzeltecektir.

Dipnotlar:

1- Eski Said Dönemi Eserleri, Münazarat, s. 159.

Benzer konuda makaleler:

Bir yorum yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu