İstikamet en büyük velâyettir

İstikamet, ”ifrat ve tefrite sapmadan, samimî ve kararlı bir şekilde hak ve hakikat yolunda ilerlemektir” şeklinde tarif edilebilir. Dosdoğru yol olan istikametten ayrılmayana da “müstakîm” denilir. Müstakîm olmak için ise, muhkem bir imana sahip olmak ve sünnet-i seniye yolundan ayrılmadan hareket etmek gerekir.

İstikamet deyince, önce aklımıza Peygamber Efendimiz (asm) gelir. Zira imanda, amelde, itikatta ve istikamette ondan (asm) daha üstün, daha önde, daha mükemmeli yoktur. O (asm), “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” âyet-i celîlesi nazil olduğu zaman, “Bu âyet beni ihtiyarlattı” demiştir. Demek ki dosdoğru olmak ve doğru istikamette kalabilmek o kadar önemli ki, Fahr-i Kâinat ve Şeref-i Benî Âdem olan Allah’ın Resûlü (asm) bile dosdoğru yol olan istikametten ayrılmak endişesi taşıyor. Bu endişeden o kadar muzdarip oluyor ki, kısa sürede mübarek saç ve sakalının beyazlandığı görülüyor. Kâinatın Efendisi (asm), yaratılmışların en şereflisi ve Allah’ın Habibi olan bir Resûlullah (asm), bu derece istikameti muhafaza endişesi taşıyorsa, biz mücrim kulların böyle bir korkudan dolayı ödümüz patlaması lazım diye düşünüyorum.

Sahabeden Süfyan ibni Abdullah, Hz. Peygamber’e gelip “Ya Rasûlallah, İslâm’a dair bana öyle bir söz söyle ki, senden başka bu hususta kimseye bir soru sormayayım” dediği zaman Hz. Peygamber (asm) şu az ve öz sözünü söylemiştir: “Allah’a iman ettim de, sonra istikamet üzere ol (dosdoğru ol)” (Müslim, İman, 62)

Kur’ân-ı Kerîm’de istikamet şöyle tarif edilir: “(Öyle doğru bir yol ki, o) göklerde ne var, yerde ne varsa hepsi kendisinin olan Allah’ın yoludur.” (Şûra Suresi: 53)
Namazların her rekatında okumakta olduğumuz Fatiha Suresi’nde de günde en az kırk defa “Bizi doğru yola (istikametli yola) ilet” diye Rabbimizin öğrettiği şekilde duâ ederiz.

Kur’ân-ı Kerîm’de istikametin isim ve fiil olarak bir çok yerde geçtiği görülür. “Emrolunduğun gibi istikametli ol” (Hud: 11/112). “Bizi sırat-ı müstakîme yönlendir” (Bize doğru yolu göster). (Fatiha: 1/6) “Benim Rabbim sırat-ı müstakîm (hak ve adalet) üzeredir” (Hud: 11/56) “‘Rabbimiz Allah’tır’ dedikten sonra istikamet üzere olan kimselere melekler gelir ve ‘Korkmayın, üzülmeyin ve size vaat edilen cennetle sevinin’ derler.” (Fussılet: 41/30).

Her şeyin fıtratında istikamet mevcuttur. Cenab-ı Hak her mahlukatına, onun fıtratına uygun bir istikamet tayin etmiş, ona göre bir hayat yaşamasını istemiştir. Bitkiler ve hayvanlar da bir istikamet üzerine hareket ederler. Bir elma ağacı her zaman elma verir. Fıtratı bozulmadığı müddetçe, dalında başka bir meyve görmek mümkün değildir. Bir koyun, her zaman süt verir. Koyunun bal yaptığı, arının da süt verdiği görülmemiştir. Çünkü onlar fıtratlarının gereği olarak istikamet üzeredirler ve bu istikametten hiç ayrılmazlar. Sadece insan, kendisine tayin edilen istikametten ayrılır ve yanlış yollara sapar. Kendi fıtratını bozup doğru istikametten ayrıldığı gibi, diğer canlıların genlerine müdahale ederek onların da istikametini bozmaya çalışır. Onun için Cenab-ı Hak zaman zaman Peygamberler ve İlâhî kitaplar göndererek insanoğlunu tekrar doğru istikamete davet etmiştir.

İstikamet, Peygamber yolu ve Sahabe mesleğidir. Bu meslekte keramet aranmaz. Zaten istikamet üzerinde olmak, başlı başına bir keramettir. Belki kerametten daha üstündür. Sahabe efendilerimizde fazla keşif ve keramet görülmez. Ama onlar, insanlığın yıldızları gibidir. Hangisinin peşinden gidilse, selâmet sahiline çıkılır. Çünkü hepsi de tam bir istikamet üzeredirler.

İnsanlık istikametten şaştığı zaman, Peygamberler gönderilerek doğru istikamet gösterilir dedik. Resûl-i Ekrem (asm) Efendimizden başka Peygamber gelmeyeceğine göre, âhir zamanda insanlık istikametten mahrum mu kalacak? Hayır. Cenâb-ı Hak sonsuz merhamet sahibi olduğundan, Hatemü’l-Enbiya’dan (asm) sonra da onun varisi olan müceddidler göndererek insanlığı doğru istikamete davet etmiştir.

Dinin en ağır darbelere maruz kaldığı, iman esaslarının temelinin sarsıldığı, istikamet yolunun küfür ve inkâr barikatları ile kapatılmak istendiği bir zamanda, Müceddid-i Âzam ve Mehdî-yi Ahirzaman olan Bediüzzaman ortaya çıkarak bir defa daha insanlığı doğru istikamete davet etmiştir. Aklın eline bürhan fenerini, kalbin eline iman hakikatlerini vererek, Sırat-ı Müstakîm olan “Cadde-i Kübrâ-yı Kur’âniye’yi” göstermiştir. “Nurculuk” olarak bilinen bu büyük cadde, Asr-ı Saadet’e açılan bir yoldur. Onun için bu yol, Sahabe Mesleği olarak kabul edilmiştir. Risale-i Nur’u rehber edindikten sonra, istikamet endişesi çekmeye gerek yoktur.

Bize böyle bir yol açan, aklımızın ve kalbimizin eline Risale-i Nur gibi bir hakikat feneri veren ve bize Sahabe Mesleğini öğreten Üstad Hazretlerine ne kadar müteşekkir ve duâcı olsak azdır. Ona yapacağımız teşekkürün en güzeli, onun hakikî ve sadık bir talebesi olmaya çalışmak ve ders verdiği Sahabe Mesleğini en güzel şekilde öğrenerek icra etmek olacaktır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*