
Anadolu’nun dünyanın en hareketli coğrafyalarından birisi olduğundan elbette şüphemiz olamaz. Bu coğrafyadaki yıkılışlar, çöküşler, yangınlar, helâket ve felâketler son iki asırdan bu yana şiddetlenerek devam edegeliyor. Bazıları doğruların bu coğrafyada mütemadiyen renk ve şekil değiştirdiğini zannedebilirler. Hakikat mi değişiyordu, yoksa hakîkati savunurlarken çeşitli rüzgârlarla savrulanlar mı?
Anadolu fırtınalarının şiddetini yaşayanlar bilir. Yeni Asya’ya; bu helâket ve felâket asrının şahikalarında, beyaban ve uçurumlarında; dehşetli, insafsız ve dinsiz düşmanların ateşi altında Kur’ân ve Sünnetin bayrağını dalgalandırmaya çalışan; garip, musîbetzede ve “gözü kara” bir serdengeçti nazarıyla bakmak istiyorum.
Türkiye’nin yakın tarihi ortadadır. Matbuat tarihimizde “doğru fikri” seslendirdiğini söyleyebildiğimiz gazete ve dergilere geriye dönüp bir bakalım. Fırtınaların halden hâle yuvarlayarak değiştirdiği ve tanınmaz kılıklara soktuğu yüzlerce gazete ve dergi ile karşılaşıyoruz. Bizdeki “sürekli neşriyat”, kuvvetini ya devlet ve hakim güçlerden, ya menfaat organizelerinden veya “sayısal çoğunluğa sahip” kitlelerden almıştır. Yeni Asya’nın tarihçesini mercek altına alanlar, onun sözkonusu üç gruba da dahil olmadığını göreceklerdir. Yeni Asya’nın, Kur’ân ve iman dâvâsına teslim olmuş, Kur’ân’ın asrımızdaki hakîki tefsiri olan Risâle-i Nur’da kaynağını bulan; samimî, sebatkâr, fedakâr ve hamiyetperverlerin mütevazi imkânlarıyla otuz beş seneyi geride bıraktığını müşâhade edeceklerdir.
Helâket felâket asrında doğru fikirleri eğilip bükülmeden ifadenin zorluğunu “fikirle” uğraşanlar daha iyi bilirler. Doğu ve batıdan esen kasırgalara kapılanların defterlerindeki siyah ile beyazın yerlerini devamlı değiştirmelerine de kızmamamız gerekiyor. Çok samimî ve halis niyetlerle doğruyu seslendirmenin yoluna girenlerin global cereyanlarca başka vadilere uçurulduklarını gözlerimizle gördüğümüz şu günlerde, Yeni Asya’nın bunca zamandır genel cereyanların zıddına, dahilî ve haricî “dinsizlik” hareketlerinin salvolarına aldırmadan tebriğe şayan biçimde yoluna devam etmesinin sırrını merak edenler Risale-i Nur’u bir kezcik de olsa dikkatli okurlarsa, meraklarını gidermiş olurlar.
Yeni Asya, misyon olarak kendisine, Kur’ân’ı müdafaa, Kur’ân’ın hayattaki izdüşümü ve tatbikatı olan Sünnet-i Seniyyeyi ihya ve tüm insanlığa güzeli, faydayı ve iyiyi takdimi esas aldığı ilk günden bu âna kadar pek az gazetenin maruz kaldığı dahiye ve darbeleri yaşayarak gelmiş.
Bediüzzaman’ın Risâle-i Nur mektebi cihanşümûlleştikçe Yeni Asya “istikamet çizgisiyle” gökkuşağı gibi dünyanın her yerinde karşımıza çıkacaktır. Bir küçük köye dönüşen dünyada “Yeni Asya”ya ulaşamayan coğrafyaların çok az olduğunu iddia edebiliriz. Dâvânın sınırlı, mahallî, yani zaman ve mekânla mahdut olmadığını Anadolu’dan yükselen Yeni Asya’nın sesinin dünya merkezlerinde yankı bulmasıyla daha iyi anlıyoruz. Çekirdeğin küçüklüğüne, mayanın azlığına ve nurun yakmamasına taaccüp edenler Yeni Asya’yı bilerek veya bilmeyerek meçhule gömmek istediler. Bediüzzaman Hazretlerinin yaklaşık bir asır önce seslendirmeye başladığı “Doğru İslâmiyeti” biz Müslümanlar Yeni Asya paralelinde hiç olmazsa on yirmi sene önce insanlığa sunabilseydik; insanlık düşmanları belki de cennet-mekân kutsal vatanları pis ayaklarıyla kirletmeyeceklerdi. Diktatör zalimler, mazlumlara hürriyet ve adalet nutku çekmeyeceklerdi. Otuz beş sene önceki Yeni Asya’ya ve ona dayelik etmiş İttihat, Uhuvvet ve Zülfikâra göz atanlar bu çizginin tam kırk beş senedir “doğru İslâmiyeti” musibetzede insanlığa haber vermeye çalıştığını göreceklerdir.
Şefkatli Yeni Asya… Muasırlarınca anlaşılamayan Bediüzzaman Hazretleri gibi Yeni Asya da akranlarınca anlaşılmadı. onun garipliği ve zamandaşlarınca anlaşılmaması bazen hakaret, bazen istihza, bazen küfür, bazen gıybet ve bazen de beddua şeklinde ona döndü. Rabbimizin Rahim isminin tecellisi olan Risale-i Nur’dan ders almaya çalışan Yeni Asya, kardeşlerine çok çok merhametli davrandı. Doğruyu anlayabilmeleri için sabır ve sebat tavsiye etti. İslâmiyet ve insaniyet düşmanlarınca akranlarına atılan taşlara karşı öne çıktı. Ve imkânları nisbetinde kol kanat gerdi. Mücerred görünen bu iddiayı müşahhaslaştıracak yüzlerce örneği Yeni Asya’nın geçmiş nüshalarında bulabilirsiniz. Yeni Asya ahirzamanın mânâsını, helâket ve felâket asrının farkını esas alarak yürüdü. Yüz yirmi dört bin peygamberin ve onları takip eden yüz yirmi dört milyon evliyânın yürüdüğü Kur’ân’ın en büyük caddesinde yürüyerek geldi. Tâlî yolların, yan sokakların ve patikaların bir süre sonra ana caddeye çıkacağını hiç zihninden çıkarmadı. Zaman onu hep haklı çıkarmasına rağmen o kardeşlerini üzecek şekilde “haklılığını” kimsenin başına kakmadı. onu bu istikamet üzre ömr-ü müebbetle müjdeliyoruz.
Not: Tencere ticaretinden onursuz ve kesat bir Kemalizm ticaretine “terfî” eden ve mensubiyet iddia ettiği tarikat mânâsını da lekeleyen zavallı bir güruhun saldırgan tetikçilerinden biri, geçen yazımızı bahane ederek çamur atmaya kalkmış. Seviyesizliğinin muhatabı değiliz. Üstada da yönelen çirkin sataşmalarını ise Sahib-i Kur’ân’a havale ediyoruz.
Şükrü Bulut
Benzer konuda makaleler:
- Haydar Gündüzalp: Yeni Asya´yı ağabeyim vasıtasıyla tanıdım
- Yeni Asya ve gençlik
- Yeni Asya Yeni Asya
- Yeni Asya farkı
- Yeni Asya E-gazete Google Play Store da yayında
- Ya Yeni Asya olmasaydı?
- Risâle-i Nur´da her soruya cevap var
- Bir mektepsin Yeni Asya
- İttihad’dan Yeni Asya’ya
- Yeni Asya karşıtlığı ve Risale-i Nur

Almanya İslam Konseyi Din Şurası Sözcüsü / Eğitimci – Yazar
İlk yorum yapan olun