İttihad-ı İslâma götüren yol

Emirdağ Lâhikası’ndaki “Bu vatanda dört parti” dersinin, içtimaî ve siyasî hayatımızdaki izdüşümlerinin bugüne kadar yapılagelen izahlarında da izaha muhtaç bazı örtülü noktalar, müdakkik nazarlardan kaçmamış, muallakta kalan noktaların zaman içinde hadiselerin de yardımıyla daha iyi anlaşılacağı ümidine sığınılmıştır.

Gelişen hadiseler ve siyasî belirsizlikler; Nur’un beyanına aykırı hareketlerin nelere mal olduğunu gözler önüne seriyor.

İşte şimdi bilhassa bir hakikatı bütün berraklığıyla nazara vermenin zamanı geldiğini zaman gösteriyor.

Şuradan başlayalım:

Evsaf-ı kemaliyle Bediüzzaman olan bir şahsiyet yalnız Türkiye’de zuhur etmiştir. Aynı zamanda bir başka ülkede emsali bir şahsiyet zuhur etmemiştir. (Çünkü dinsizlik ve imansızlık adına tahribat ve yıkımın adresi de Türkiye olmuştur. Bu da ayrı mesele.) Bir tek bu yönüyle bile, Türkiye’nin bütün dünya ve İslâm ülkelerine nazaran bir hususîyeti, bir ayrıcalığı olduğu âşikârdır. Bu bir.

İkincisi: Bu Bediüzzaman; hakaik-i İslâmîye, hakaik-i Kur’ânîye ve hakaik-i imanîyeyi yepyeni orijinal bir üslûpla (kalbine ilham ve ihtar olunduğu şekliyle) hem de Türkçe lisanıyla beyan etmiştir.

Üçüncüsü: Aynı Bediüzzaman’ın kalbine, mevcut siyaset içinden bir “yol” ihtar edilmiştir. Bu yolda particilik, partizanlık ve menfaate dayalı menfî siyaset yoktur. Bu yolda dinin siyasete alet edilmesi asla yoktur. Varsa, siyasetin dine âlet edilmesi vardır. Bu yolda ırkçılık yoktur. Bu yolda hürriyet-i fikir, hürriyet-i vicdan, hürriyet-i şer’îye, meşveret-i şer’îye, hak ve adalet vardır. Bu yolda demokratlık ve hürriyetperverlik vardır. Deccalizm ve Süfyanizm tahribatını demokrasi içinde kalarak, menfî çatışmaya yol açmadan tamire çalışmak vardır. Bu yolda insan hakları vardır, Avrupa Birliği vardır. Bu yolda İttihad-ı İslâm vardır. Bu yolda barış ve huzur vardır. Bu yolda maddî kılınçlar kınına girmiştir. Cihad-ı manevî vardır. Bu yolda, İslâmiyet ve insaniyet âlemleri için Türkiye’ye biçilen bir rol modellik vardır. Bu yolda cemaat ve toplumun hakkının gözetilmesi kadar, ferdin hak ve hukukunun gözetilmesi de vardır. Bu yolda “Vela teziru vaziretun vizra uhra/Birinin hatasıyla, onun yakınları, akrabası ve mensup olduğu cemaat mes’ul tutulamaz” olan Kur’ân düsturu vardır.

Ve bu yolda “Siyasal İslâmcı” zihniyete asla yer yoktur. Bediüzzaman henüz hayatta iken, onların fikir babalarını bile, iman ve İslâmiyet noktasında mücahidâne hizmetlerinden dolayı meth ü sena etmekle beraber, onların siyasetlerine asla itibar etmemiş ve bunu açıkça beyan etmiştir. Üstâd’tan siyasî destek isteyen aracılarına şöyle demiştir: “Sebilürreşad, (Büyük) Doğu gibi mücahidler imân hakikatlerini ehl-i dalâletin tecavüzatından muhafazaya çalıştıkları için, ruh u canımızla onları takdir ve tahsin edip onlarla dostuz ve kardeşiz; fakat siyaset noktasında değil.” (Emirdağ Lâhikası, s. 281)

1960 ihtilâlinden sonra soluğu kesilen, fakat daha sonra Adalet Partisi’nin sağladığı demokratik ortamda, yeniden şehadet parmağı amblemiyle ortaya çıkan bu zihniyet, bugüne kadar hep Nurcuların insicamına ve ittihadına zarar vermiş, veriyor. İttihad-ı İslâm’a götürecek yolu da tahrip ve tahrif etmiş, ediyor. Âlem-i İslâm’a Risale-i Nur’un müsbet hareketinin taşınması yönünde engel teşkil ediyor. Bediüzzaman’ın gösterdiği yolun kenarına bile yanaşamıyor.

Öyleyse, Siyasal İslâm zihniyetinde olan bir parti, “Bu vatanda dört parti” meselesinde Üstad’ın nazara verdiği “İttihad-ı İslâm Partisi”nin izdüşümüne asla masadak olamaz.

İttihad-ı İslâm Partisi’nin izdüşümüne olsa olsa ancak Nurcular masadak olabilir ki, vazifeleri Demokratlara yardımcı ve dost olmaktır. Demok- ratlara düşen de, onları kendilerine “nokta-i istinad” yapmaktır. Bir şeye dikkat lâzım ki, kalbe ihtar edilen derste geçen “şimdilik”, alışık olduğumuz “şimdilik” değildir!..

“Hem mânen eski İttihad-ı Muhammedîden (asm) olan yüz binler Nurcularla, eski zaman gibi farmason ve İttihatçıların mason kısmına karşı ittifakları gibi, şimdi de aynen İttihad-ı İslâmdan olan Nurcular büyük bir yekûn teşkil eder. Demokratlara bir nokta-i istinaddır.” (Emirdağ Lâhikası 1994, s. 270)

Emirdağ Lâhikası’ndaki bu beyan gibi daha bir çok nurlu beyanat, siyaset alanında Nurcuların payına düşeni belirliyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*