İttihatçılık ve M. Kemal

Mâlûm, Erdoğan son konuşmalarında, Türkiye’nin karşı karşıya olup hâlâ çözemediği kronik problemlerinden, herhangi bir ayrıma gitmeden topyekûn İttihat Terakkî zihniyetini sorumlu tuttu ve bunu yaparken, M. Kemal’i yine ibra ettirmeye çalıştı.

Oysa İttihat Terakkî kadrolarının tamamını aynı kefeye koyup hepsini suçlamak yanlış olduğu gibi—ki, bu konudaki en hakperest ve dengeli değerlendirmeleri yine Said Nursî’nin Münazarat’taki yorumlarında görüyoruz—M. Kemal’i İttihatçı zihniyetle mücadele ediyor gibi göstermek de tarihî gerçeklerle örtüşmüyor.

Gürkan Hacır’ın yazdığı gibi (Akşam, 5.2.12), M. Kemal hem İttihatçıydı, hem de onlara—daha doğrusu, yanında olmayanlarına—karşıydı.

Osmanlının çöküş sürecinde onlarla içli dışlıydı, hattâ Samsun’a gidişi dahi bütün safahatıyla bir İttihatçı organizasyonu ile gerçekleşti.

Cumhuriyet sonrasında ise İttihatçıların kendisine muhalif olanlarını tasfiye ederken, yanında olanlarla devam etti. En büyük rakibi olarak gördüğü Enver Paşayı da her fırsatta karaladı.

Dersim’den darbelere, Ermeni ve Kürt meselelerinden laiklik ve irtica gerilimlerine kadar, sonuçları bugünlere kadar uzanan kronik problemlerin sorumluluğunu tanımsız bir “İttihat Terakkî zihniyeti”ne yükleyip, tüm bunlarda M. Kemal’in rolünü gizlemekte ve dahası onu ibra ettirmekte ısrarlı bir anlayışla nereye varılır ki?

Ama bakıyoruz, başta Erdoğan olmak üzere AKP yöneticileri bu noktada fikir birliği içinde.
Recep Peker’in M. Kemal’e faşist bir yönetim modeli önerdiğini, ama onun “Ben diktatör değilim” diye reddedip 1936’da Peker’le İnönü’yü tasfiye ettiğini anlatan AKP Grup Başkanvekili Mahir İpek’in, “Kemalizm Peker ve arkadaşlarının oluşturduğu bir içerik” beyanı (Seda Şimşek, Bugün, 30.1.12), bunun örneklerinden biri.

Peki, 1923’ten 1936’ya kadar bu isimler hep birlikte değiller miydi? O dönemde yapılanların sorumluluğunu paylaşmıyorlar mıydı? Devrimler ne zaman yapıldı? Herşey İnönü’yle Peker’in başının altından mı çıktı? AKP’lilere göre öyle!
Madem öyle, uğurlar olsun!

Büyükanıt’tan İdris Naim Şahin’e
Son günlerde farklı cenahlardan üst üste gelen sıkıntıların iyice bunalttığı Genelkurmay eski Başkanı Yaşar Büyükanıt, görevde iken—M. Kemal’e atfedilen, ancak Atatürk Araştırma Merkezi Kurucu Başkanı Prof. Dr. Utkan Kocatürk’ün “Ona yakışan bir söz, ama Atatürk söylemedi” dediği—“Mevzubahis olan vatansa gerisi teferruattır” ifadesini kullandığında ortalığı ayağa kaldıranlar, yıllar sonra İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin aynı sözü yine M. Kemal’e izafe ederek tekrarladığında (Hürriyet, 6.2.12) neden görmezlikten gelip sessiz kalmayı tercih ettiler?

Kanun-u Esasî ve darbe anayasası
Geçen Pazar çıkan “Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyenler…” yazımızla ilgili olarak okurumuz İhsan Aykan’ın sorularına cevaplarımız:

1. İlk kez 1876’da ilân edilip kısa süre sonra yürürlükten kaldırılan ve 1908’de İkinci Meşrutiyetin ilânı ile tekrar uygulamaya konulan Kanun-u Esasînin referansı İslâmdı. 11. maddedeki “Devlet-i Osmaniyenin dini, din-i İslâmdır” ifadesiyle dile getirilen bu husus, 1924 Anayasasının 2. maddesinde “Türkiye devletinin dini, din-i İslâmdır” ifadesiyle yer aldı ve kaldırılıp yerine “Türkiye Devleti, Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılåpçıdır” cümlesinin konulduğu 1937’ye kadar yürürlükte kaldı.

2. Yürürlükteki 12 Eylül darbe anayasasının referansı Kemalizmdir. 1924 Anayasasına 1937 değişikliği ile eklenen altı ok, 82 Anayasasına Atatürk ilke ve inkılâpları, Atatürk milliyetçiliği ve medeniyetçiliği gibi ibarelerle yerleştirildi.

3. Üstadın Kanun-u Esasî için ifade ettiği görüş ve tesbitler, günümüzde de anayasa başta olmak üzere bütün yasa çalışmalarında geçerli.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*