“İyyake” hitabı üzerine

İlim öğrenmek, Resûl-i Ekrem’in (asm) hadisi ile ümmete şart kılınmıştır. İlim, okumak ile başlar, tefekkür ile derinleşir, feyizlerle nuranileşir.

Yetmişinin üzerinde, ama hâlâ kendisinin yetişmiş olmadığı, öğrenmeye muhtaç olduğu ifadesi, hemen her görüşmemizdeki tatlı itirafıdır. O kadar mütevazi ki, öğrenmek için sorduğum suâllerin bile kendisine öğrenme vesilesi olduğunu ifade eder. Aslında doğruyu söylemekte; en iyi öğrenen, öğretendir. Elhak, en iyi anlamaya çalışan, anlatmaya çalışandır.

Zeki Ünal Hocam, hocaların hocasıdır. İzmir Kestanepazarı mescidinde dinledim, Cuma vaazını. Vaazın konusu, Fatiha Sûresi. Fetihler onun ile olur, odur maddî ve manevî fütuhatın köprüsü. Zira menbaı, vahy-i İlâhîdir. Biricik sûre, emsalsiz bir vahiy menbaı. Bir cihetiyle, Kur’ân’ın mânâsının özetlendiği sûre. Şimdikilerin sıkıştırılmış dosya dedikleri..

Avukat Yakup Alkan dostumun vesilesi ile tanıştım kendisi ile. O yıllarda, yine bir yakınımın sorduğu Kur’ân hakkındaki suallere cevap hazırlıyor ve arıyordum. Yedi sekiz meâli inceleyerek, aralarındaki meâl ve yorum farklılıklarını yakalayıp ve hatta bunların zaman zaman çelişki imiş gibi anlaşılması noktasını esas ederek hazırlanan sualler… Kariyer gerekiyordu, bu suallere cevap vermek için. Tetebbu, ilim, akademik bilgi ve ehil olmak…

Bu sıkıntılar içerisinde vermeye çalıştığımız cevapların, daha ehil ağızdan tashihi ve tasnifi gerekiyordu. O dönemde pek çok insana müracaat ettim, cemaat içi ve cemaat dışı. Bir çoğu ziyadesiyle meşguliyetinin çok olduğu mazeretini dile getirdiler.

İşte bu sıkıntı okyanusunda çırpınırken Zeki Hocamın hanesindeyim, adeta şefkatli kucağında. Evvelâ hüzünlü, müşfik duâsı ile karşıladı beni. Tesellikâr ifadeleri ile hemhâl oldu benimle. Derdimi derdi bildi, yanına alarak, derdlerin merhem kaynağı Kur’ân-ı Kerim’i açarak cevaplar verdi. Unutamam o yardımlarını vesselâm.

Kader konusundaki çalışmalarım için gitmiştim bu son ziyaretimde. Cuma vaazında Fatiha’yı anlatıyordu demiştim yukarıda. Evinde devam ettik, yemek sonunda. “İyyake, Arapça kurallarına göre cümlenin sonunda olması gerekirken âyette başına getirilmiş, neden?” dedi. “Siz daha iyisini bilirsiniz,” dedim. Yani “Yardım isteriz ancak Senden” olması gerekir iken, “Ancak Senden yardım isteriz” olmuş. “İyyake’nin başa alınması, sıradanlığı bozarak, dikkat çekmek için olabilir” dedi. Güzel tesbitte bulunmuştu. Rabbim, kendisinden razı olsun, selâmetlik versin ve sevenlerine bağışlasın.

Ama asıl tesbit ve cevabı, Üstad Bediüzzaman’dan öğreniyorduk. İşârâtü’l-İ’câz’daki konu ile alâkalı bu tesbitle yazımızı tâçlandıralım:

“İyyake’nin takdimi, ihlâsı vikaye etmek [ayakta tutmak, korumak] içindir; ve zamir-i hitap da, ibadetin sebep ve illetine işarettir. Çünki, hitaba incirar eden, geçen sıfatla muttasıf olan Zat, elbette ibadete müstehaktır.” (s. 42)

Evet, Üstadımızın ifadesiyle, “İyyake” (Ancak Sana) ifadesinin başa alınması, ihlâsı muhafaza etmek içindir ve hitap zamiri olan “Sana” da, ibadetin gayesine yani ihlâsa işarettir. Çünki, kendisine hitab edilen, geçen sıfatlarla vasıflandırılan Zât, elbette ibadete müstehaktır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*