Kâbe, cami ve dershane…

Başlıkta isimlerini zikrettiğimiz bu üç mübarek kelimenin, üçü de ibadet mahallidir.

Kâbe’yi anlatmaya, kudsiyetini tarif etmeye lüzum yok. Hepimizin bildiği, bütün dünya Müslümanlarının en büyük mabedi, İslâmın beş şartından biri olan Hac ibadetinin îfa edildiği yerdir.

Biraz daha dar daireye gelirsek, camilerimiz de birer ibadet yeridir. Her milletin kendi vatanındaki Müslümanlarının ibadet yeri, camileridir.

En dar dairedeki, dershanelere geldiğimizde ise, o memleketin; cemaat ve tarikatlarının, kendi aralarındaki ibadet, zikir, tefekkür ve tefeyyüz yerleridir. Medrese, dergâh vs. gibi isimlerle de yâd edilen bu mekânlar, aslında, o milletlerin çimentosu gibi, kendi milletlerini, birbirine  kenetleyen; ittihadı, muhabbeti ve uhuvveti daim ve sabit kılmaya yarayan mübarek yerlerdir.

Peki gözle görülmeyen ve ağırlığı bile olmayan bir virüs sebebiyle, takriben beş aydır, bu mekânların aslî gayeleri için kullanılamayışına, buralarda ibadetlerin yapılamayışına ne demeli, buna nasıl bakılmalı?

Dünyayı sarsan bu virüs sebebiyle, yazdığımız birkaç makalede de zikrettiğimiz gibi, öyle veya böyle, nasıl zuhur ederse etsin, bu virüs, kendi başına hareket eden bir mahlûk değildir. Ancak ve ancak, “her şeyin anahtarı yanında, her şeyin dizgini elinde” olan Cenab-ı Hakkın, vazifeli bir memurudur. Ve Rabbimiz bu virüsü, îkaz için, te’dip için yaratmıştır. Bunu böyle bilmek lâzım.

Dünyada meydana gelen birçok haksızlık yüzünden, Avrupa (mayasında, yine Avrupa olan Amerika) kâfirleri ve Asya münâfıklarının işlediği zulümler, yaptığı şenâatler, arşı da aşıp, gadab-ı İlâhîyi celb etmiştir. Hassaten, İslâm âlemine, mağdur ve mazlum Müslümanlara yaptığı zulümler, kan kusturmalar cezasız kalmayacaktı. O, kendini dünya jandarması sanan zalim devletleri, Allah öyle bir hizaya getirdi, tokat attı ki, neye uğradıklarını şaşırdılar. Mağrurane tapındıkları; malları da, mülkleri de, makamları, mevkileri de, hatta canları da, hebâen mensur, boş yere gitti.

Peki, dünya Müslümanlarına nasıl tesir etti? Biz ne yaptık da, hangi fiilimiz yüzünden, Kâbe’de tavaf, camilerde namaz, dershanelerimizde tefekkürî ibadet ve zikirlerimizi yapamadık?

En geniş dairede, dünya Müslümanları olarak; Kur’an ve Sünnete münasip işlerimiz azaldı, mugayir işler yapmaya başladık. Allah’ın emirleri, Peygamber’in (asm) sünnet-i seniyyesinden ziyade, âdeta nefsimizin, egomuzun ve enemizin emrettiği, kafamıza göre bir din anlayışı ile hareket etmeye başladık. Kur’ân’ın dört büyük maksadından; Tevhid, Nübüvvet, Haşir ve Adaletten, hangisini bîhakkın îfa ettik, yerine getirdik? Yoksa bunları, kafamıza göre mi yorumladık? Bunlardan en sonuncusu olan adalet-ki, hani Rabbimizin “Yanıma kul hakkıyla gelmeyin” dediği- hususunda bir çok kul hakkının zedelenmesine sebeb olan fiillere tevessül ettik. Âhirzaman âlametlerinden olan, Müslüman Müslümanı haksız yere öldürdü.

Bu ve buna benzer sebebler yüzünden Rabbimiz, Kâbe’de kardeş kardeşe tavaf yapamamamız suretiyle bizlere ceza verdi.

Herkesin kendi memleketindeki Müslümanlar ise, maalesef fer’î, teferruat mes’eleleri, aslî ve esas olan iman kardeşliğinin önüne geçirip, birbirine destek olup ilâ-yı Kelimetullah davasında bayrağı bir an evvel burçlara dikmek yerine, Müslüman kardeşiyle uğraşmış, ona düşman olmuş. Adaleti zîr ü zeber edip, insanlara haksızlık yapmış, zulüm yapmış, kanına girmiş, canına kıymış. Siyasetin sokulmaması îcab eden yerlerin en başında olan camiye siyaseti sokmuş; Müslümanlar arasında fitne, nifak çıkarmış; Allah’ın marziyatının, arzu ve isteklerinin, hakiki İslâmiyetin anlatılması gereken kürsü ve minberlerde, bazen mihrapta da siyaset yapılmış. Ondan sonra da Allah, sana camileri öyle bir yasaklar ki giremezsin! (Akılları başlarına gelmemiş, hâlâ da aynı şeyi, camiiler açıldıktan sonra da yapıyorlar.)

En dar daire olan ders, sohbet ve zikir mahallerinde ise; dünkü can-ciğer kardeşlerin, neredeyse birbirini yiyip hasım olması, ihlâs-uhuvvet düsturlarını hiçe sayıcı hareket etmesi, haricî düşmanın yapamayacağı kötülükleri yapması, yapmaya çalışması, gıybet, iftira, adavet, kin göstermesi gibi sebeplerin girmesiyle, kader bizleri oralardan uzaklaştırdı diye düşünüyorum.

Rabbimiz, inşaallah, hata ve kusurlarımızdan dönmeyi nasip edip, ettiğimiz kusurları da affedip, bizlere tekrar, gerçek mânâda, o mübarek yerlerde ibadet, zikir ve fikir etmeyi nasib etsin. Âmin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*