Kabre imanla girmek

Vefatının 1. yıldönümünde Şaban Döğen’e rahmete vesile olması niyazıyla…

Bir insan için dünyada kabre imanla girme kadar önemli birşey düşünülemez. Çünkü yaratılışın gayesi Yaratanı tanımak, Ona iman etmek ve hayatın sonuna kadar bu imanla yaşamaktır. Lâ ilâhe illallah Kelime-i Tevhid’inde ifadesini bulan bu hakikat, kalpte kökleştiği ve onunla emanet teslim edildiğinde ebedî saadeti kazanır insan. İmanının derece ve kuvvetine göre dünyası da bir nev’î Cennete döner.

İman tahkikîleştikçe, ilmelyakîn, aynelyakîn ve hakkalyakînde mertebe aldıkça, şeytan ölüm anında akla vesveseler, şüpheler verse de artık o imanı söküp alamaz. Çünkü böyle tahkikî bir iman, Kastamonu Lâhikası’nda anlatıldığı gibi1 yalnız akılda kalmaz, kalp, ruh, sır ve lâtifelere sirayet eder, kökleşir ki, şeytanın eli o yerlere yetişemez, imanı çalamaz.

Böyle bir imana, her ehl-i iman ulaşabilir. Akıl ve kalp işbirliğiyle gidilir bu yolda. Hakkalyakîn derecesinde bir kuvvete ulaşılır. Artık Allah’a, meleklerine, kadere, ahirete iman gibi esaslar apaçık şekilde, iki kere iki dört eder derecesinde bir kesinlikle bilinir. Yani hakkalyakîn kuvvetinde bir ilmelyakin ile bütün gönülle tasdik edilir.

İşte Risâletü’n-Nur’un esası, mayası, temeli, ruhu ve hakikatini bu ikinci yol teşkil eder. Çünkü Risâle-i Nur iman hakikatlerine ters yolların son derece akıldan uzak ve imkânsız bir yol olduğunu ispat eder. Risâle-i Nur’u anlayarak okuyan herkes, o ispatlar karşısında Allah’ın varlığı ve birliği, melekler, öldükten sonra diriliş gibi iman hakikatlerine artık gözle görür gibi inanır.

Bu hakikatlerle ruh, kalp ve aklını dolduran bir insanın diğer bir avantajı daha var: O da şirket-i mâneviye denilen manevî ortaklıktan istifade etmesidir. Bediüzzaman Hazretlerinin tesbitiyle Risâletü’n-Nur’un sadık talebelerinin güzel son ve kâmil iman kazanmalarına o derece çok, makbul ve samimî duâlar yapılıyor ki, o duâların içinde hiçbiri kabul olmamasına akıl imkân veremiyor.

“Ezcümle: Risâletü’n-Nur’un bir hâdimi ve birtek şakirdi, yirmi dört saatte Risâletü’n-Nur Talebelerinin hüsn-ü âkıbetlerine ve saadet-i ebediyeye mazhar olmalarına yüz defa Risâletü’n-Nur Talebelerine ettiği duâları içinde hiç olmazsa yirmi otuz defa selâmet-i imanlarına ve hususî hüsn-ü âkıbetlerine ve imanla kabre girmelerine, aynı duâyı, en ziyade kabule medar olan şerâit içinde ediyor.

“Hem Risâletü’n-Nur’un Talebeleri bu zamanda her cihetten ziyade hücuma maruz olan iman hususunda, birbirine selâmet-i iman hakkındaki samimî, masum lisanlarıyla duâlarının yekûnu öyle bir kuvvettedir ki, rahmet ve hikmet onun reddine müsaade etmezler. Faraza, mecmuu itibarıyla reddedilse, tek bir tane onların içinde kabul olunsa, yine her biri selâmet-i imanla kabre gireceğine kâfi geliyor.”

Böyle güzel bir yola hiç ilgisiz kalınır mı?

Dipnot:

1- Kastamonu Lâhikası, s. 18-19.

(Merhum Şaban Döğen’in 06.06.2009 tarihli Yeni Asya’da yayınlanan yazısıdır.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*