Kabuk ile meşgul olan çekirdeği göremez

Üstad Bediüzzaman’ın yeryüzünde başını sokacağı bir evi olmadı. Daha doğrusu dünyaya tamamen arkasını dönen Said Nursî, hemen her insanın zarurî ihtiyaç olarak gördüğü meskeni zarurî ihtiyaçtan saymadı. O çoğu zaman polis karakollarını, mahkeme salonlarını, hapishanelerin tenha odalarını, zindanları mesken eyledi.

Kendisine ait hususî bir hanesi olmadığı gibi Nur hizmetlerini istediği şekilde yapması için ferahlı bir hanesi de olmadı. Barla’daki iki odalı bir köy evi onun hem Nurlar’ın tashih ve neşri, hem istirahat edeceği mekânı, hem de ziyaretine gelenlerin misafirhanesi idi.

“Saraylara değişmem” dediği yaylalar, ıssız yüksek dağ başları, çam ağaçlarıının tepeleri, yemyeşil bahçeler onun dersane mekânları oldu.

Nur hizmetlerinde asıl ve en önemli unsurun insan unsuru olduğunu fiilen gösteren Üstad bütün himmetini ve gayretini sadâkatli, sebatlı, cesaretli hadimler yetiştirmeye ayırdı. Öyle ki bu talebeleri, vicdanlara sığmayan tehdit ve baskılara rağmen iman Kur’ân hizmetlerinde adeta destanlar yazdılar.

İşte gelin görün ki o yeryüzünün bu fıtrî mekânlarında ve Barla’nın o daracık, mütevazi bir köy evinde neşrettiği eserlerle bütün dünyaya sesini duyurdu. Dağdaki bir çobandan, nice ilim erbablarına, her yaştan insanlara fikir ve düşüncelerini duyurma başarısını gösterdi.

Üstad gayretini işin kabuğuna ve kışırına değil; özüne, ‘lüb’üne sarf etmekle meşgul idi. Hizmet mekânlarının olup olmamasını dert edinmedi. Meskenlerin amaç değil; birer araç olduklarını; dolayısıyla himmet ve gayretleri araçlara harcamanın asıl gaye ve amacın Nur Talebesi yetiştirmek gibi önemli bir kudsî vazifeyi ihmal etmedi.

Üstad’ın vefatından sonra da talebeleri tıpkı onun gibi gayretlerini; mekân ve meskenlerden ziyade doğrudan Nur hizmetlerinin çekirdeği olan, dersane hizmetlerine, yani insan yetiştirmeye sarf ettiler.

Onlar şimdi yaptığımız gibi öyle dayalı döşeli çok katlı lüks binalar inşa etmeyi değil; mütevazi adeta evleri tercih ettiler. O Nur hadimleri şimdi bizim yaptığımız gibi yapmadılar, gayretlerini Risale-i Nur’un tanıtılmasına harcadırlar. Eşyaya değil, yetişmiş insana yatırım yaptılar. Neticede baskı ve şantajlara boyun eğmeden Kur’ân hizmetinde adeta destanlar yazdılar.

Evet bizler şimdi bu işlerin neresindeyiz acaba? Araçla mı meşgul oluyoruz; yoksa amaçla mı? Kabuk ve kışırla mı, yoksa çekirdek ve ‘lüb’ ile mi iştigal ediyoruz? Bize verilen nimetler ve imkânlara göre bir hizmeti ortaya koyuyor muyuz?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*