Kadere dair sorular – 2

Kadere dair akla gelen mühim sorulardan birisi de şuydu: “Cenâb-ı Hak her şeyi ezelde takdir etmiştir. Bir çocuk daha dünyaya gelmeden önce ‘said’ veya ‘şaki’ olduğu bellidir. Ve bu sonradan değişmez” buyrulmaktadır. Yine bir Hadis-i Şerif’te Peygamber Efendimiz (asm) şöyle buyurur, “İçinizden hiçbir fert yoktur ki, Allah onun akibetini cennet veya cehennem olarak tayin buyurmuş olmasın.”

Bu sözü duyan sahabeler, bugün birçok insanın da aklına gelen şu soruyu sorarlar: “Ya Resulallah, madem durum dediğiniz gibidir, o halde niçin amel ediyoruz?” Bunun üzerine, bu soruyu Peygamberimiz (asm) şöyle cevaplar: “Amel edin, herkes için ne yaratılmışsa, kendisine o yönde bir kolaylık vardır. Yani kim saadet ehlinden ise, o yöne doğru yürür, kim de şekâvet ehlinden ise, yürüyüp gideceği yön o taraftır.”

Buradan anlaşılacağı üzere, şeytanın vesvese verdiği bu ince mesele konusunda şüpheye düşenler, “Zaten her şey kaderde belliymiş, o halde, benim kulluk yapmama gerek yok” diyerek, kulluktan uzaklaşırsa, o kimse zaten şakîlerden olacaktır ve bu düşüncesi onu o sonuca götürecektir.

Eğer insan ehl-i saadet ise, işin neticesinde saadet ehlinin amelini işler ve saadet ehlinden ve cennetliklerden olur. Ehl-i şekâvet olanlar ise, cehennemliklerin amelini işler.

Bu meseleye açıklık kazandıran, Mevlânâ’nın Mesnevî’sinde şöyle bir kıssa anlatılır: “Azrail (as) Hz. Süleyman’ın (as) yanına gelince oturanlardan birine dikkat ile baktı. Bu kimse meleğin bu sert bakışından korktu. Azrail (as) gidince Hz. Süleyman’a (as) yalvarıp, rüzgâra emretmesini, rüzgârın kendisini garb memleketlerinden birine götürüp, Azrail’den (as) kurtarmasını istedi.

“Azrail (as) tekrar gelince, Hz. Süleyman (as) Azrail’e, o adamın yüzüne niçin sert baktığını sordu. Azrail (as), ‘Bir saat sonra Garp’taki şehirlerden birinde o kimsenin canını almak için emrolundum. Onu senin yanında görünce, hayretimden dikkat ile baktım. Emre uyup Garp’a gidince onu orada gördüm, canını aldım’ dedi.”

Bu kıssadan anlaşılıyor ki, ezeldeki takdir, bir emir değil bir ilimdir. Ezeldeki takdir, sebepler zinciri ile yerine getirilmiştir.

O adamın ezeldeki takdirden haberi yoktu. Kendi cüz’i iradesiyle bir seçim yaptı. Hz. Süleyman’ın (as) mu’cizesiyle Garp illerine gitmeyi tercih etti. Yani ezeldeki takdir, iradî tercihi bağlamadı. Cenâb-ı Hak onun tercihini, o yönde kullanacağını bildiği için öyle takdir etti. O kimse, Allah öyle yazdı diye, öyle bir tercihte bulunmadı. Kader inancının kırılma noktası olan bu meseleyi, şu şekilde özetlemek gerekirse, insanın tercihi nasıl olacaksa, Allah ezelde onu öyle takdir etmektedir. Çünkü kader ilim nev’îndendir, ilim de malûma tabidir.

Bir başka konu ise, Kehf Sûresi 17 ve 18. âyetlerde şöyle buyrulur: “Allah bir kimseyi hidayete erdirirse, kimse onu saptıramaz. O, kimi de dalâlete iterse, onu hidayete getirecek bir yardımcı bulamazsın.” Bu âyet-i kerime ilk bakışta, yine akla bazı sorular getirmektedir.

Bu sorulardan birisi şudur: Allah, hem âyette, “Hidayet ve dalâlet benim elimdedir” diyor, hem de insanoğluna, “Akıl verdim, irade verdim ve iradesini de kendi eline bıraktım. Doğru yolu ve yanlış yolu gösterdim. Hangisini seçerse, seçsin” demektedir. Bu nasıl olmaktadır?

Cenâb-ı Hak, Mudill ismi gereği, dalâleti yaratır; Hadi ismi gereği hidayeti yaratır. Her ikisini de veren Allah’tır. Fakat bu, kulun hiçbir mübaşereti olmadan, Allah tarafından cebren dalâlet veya hidayet anlamına gelmez.

Bu meseleyi şu şekilde izah etmek mümkündür ki, hidayetin de dalâletin de vesileleri vardır. Kur’ân okumak, ibadet yapmak, nasihat dinlemek, ilim öğrenmek, sünnet-i seniyeyi hayata rehber yapmak, hidayet yollarındandır. İnsan bu yolları tercih ile, hidayete mübaşeret etmiş olur. Fakat Allah, yaptığı ibadetleri, öğrendiği ilmi, yaşadığı sünneti hidayete vesile kılar. Yani hidayet eden Allah’tır, hidayete ermede insan, kesbiyle Allah’ın kapısını döver.

Aynen bunun gibi insan, dalâlete gidecek yolları kesbeder ise, Mudill isminin kapısını dövmüş olur. Kesbiyle, beni sapıtanlardan yap demektedir. Allah da meşiet ederse, onu saptırır, dilerse de saptırmaz. Bu mesele İşârâtü’l-İ’câz adlı eserde, Bakara Sûresi 26, 27. âyetlerin tefsirinde şöyle izah edilir. Âyette, ‘Allah fasıklardan maadâ kimseyi dalâlete atmaz. Fasıklar da ol adamlardır ki, Allah’ın taatinden huruçla, misak-ı ezeliden sonra ahitlerini bozarlar, Allah’ın akrabalar arasında veya mü’minler beyninde emrettiği hat-ı muvasalayı keserler, yeryüzünde işleri ifsattır.’ İşte Cenâb-ı Hak âyet-i kerimesiyle, dalâletin menşeinin fısk olduğunu, fıskın sebebinin ise kespleri olduğunu belirtmektedir. ‘Dalâleti halk etmek, yaptıklarının cezası içindir.’ (İşârâtü’l-İ’caz, s. 222.)

Demek, iyiyi de kötüyü de, dalâleti de hidayeti de Allah yaratır. Çünkü yaratma sadece O’na aittir. Fakat kötülüğü kim isterse, cezayı da o çeker. Kader mevzuunda öncelikle inanılması gereken mesele budur.

Ehl-i sünnetten ayrılan mutezile ve cebriye gibi batıl mezhepler işte bu noktada sapmışlardır. Mutezile, kötülüğü Allah’ın yaratmayacağını, bu yüzden insan kendi fiilinin hâlıkı olduğunu söyler; Cebriye ise, ifrat bir görüş sergileyerek, insanın cüz’i ihtiyarının olmadığını, her şeyi Allah’ın yarattığını söyler.

Ayakların kaydığı bu hassas ve ince çizgiyi ehl-i sünnet âlimleri şöyle yorumlar: Allah yarattığı bütün mahlûkatı, olup bitmeleri, her türlü fiil ve harekâtı ezelde bilmektedir. Çünkü Allah’ın ilmi ezelîdir. Bunun gibi insanların iyi ve kötü bütün işlerini, said veya şakî olacaklarını, istekli ve isteksiz bütün işlerini Allah yaratmaktadır. Yaratan yalnız O’dur. Sebepleri yaratan da O’dur. İnsanların ihtiyarî, yani kendi tercihleri ile oluşan işleri ve hareketleri yaratması için, onlara ihtiyar ve irade vermiş ve işleri yaratmasına sebep kılmıştır. Yani bir kul bir şeyi yapmak isterse, Allah da dilerse, o iş yaratılır.

İtikadî açıdan ifrata girmemek için, şunu da bilmek gerekir ki, o şeyler yalnız kulun dilemesiyle de yaratılmaz. Allah dilerse yaratır, dilerse yaratmaz.

Netice itibariyle, Allah, yaratmasına kulun cüz’i ihtiyarisini bir şart-ı âdî yapmıştır.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*