Kadere teslim olmak, hayatı olduğu gibi kabullenmek

Image
İnsanoğlu eğer gerçek mânâda insanlığını bilmez ve yoldan saparsa, ne kadar zalim ve tahribatçı bir yaratık olduğunu gösterir. Tarihin şehadetiyle de sabittir. Egosuna teslim ve esir olan bir insandan sâdır olacak hareketleri ne tahmin etmek mümkün, ne de sınırlamak. Risâle-i Nur’da geçen “İmân, insanı insan eder; belki, insanı sultan eder. (…) Küfür, insanı gayet âciz bir canavar hayvan eder” tesbitinin tam yerine oturduğu, dünyada ve çevremizde vuku bulan bunca hadiselerin neticeleriyle ispat edilmiş ve sabitleşmiş oluyor.

Cenâb-ı Hak başta kendi nefislerimiz olmak üzere, mü’min kardeşlerimizi ve insanlığı, nefsi azgınlaşmış, nefsine esir olmuş sapık ve çarpık fikirli acûbe yaratıklardan korusun. (Âmin)

İnsanoğlu, Hallâk-ı Zülcelâl tarafından kendisine verilen maddî-mânevî cihazları yerinde ve zamanında kullanabilirse hem kendisi, hem de insanlık için büyük bir nimet ve değer olur. Aksi takdirde yerinde kullanılmayan his, duygu ve kabiliyetler insanlığın felâketine yol açan büyük yıkımları ve tahribatları beraberinde getirir.

İçinde yaşadığımız zamanda bu dengeli ve sağlıklı hayat ve ortamı yakalayıp tatbik etmek gün geçtikçe zorlaşıyor. Bunun tek istisnası, kendi kafa feneriyle yol almaya çalışmadan, günübirlik yaşamayıp, insanlığın rehber kitabı Kur’ân’ı ve onun muallimi yüce Peygamberin hayatı boyunca tatbik ettiği o şaşmaz prensipleri birebir uygulamayı başarmaktan geçiyor. Bunu başarmanın yolu da; haddini bilmek, dengeli yaşamak, kendisine ve gerçek hayatın doğrularına ters düşmemek…

“Akıl için yol birdir”, hayata örnek fikirlerle katkıda bulunanlardan dünyaca meşhur büyük filozof Eflatun’a sorulan iki soruyu ve cevabını bu münasebetle birlikte dinleyelim:

Birinci soru: “İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nelerdir?”

Cevap: “Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler. Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için para öderler. Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü, ne de yarını yaşarlar. Hiç ölmeyecekmiş gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler.”

İkinci soru: “Peki sen ne öneriyorsun?”

Eflatun: “Kimseye kendinizi sevdirmeye kalkmayın. Yapılması gereken tek şey, sadece kendinizi sevilmeye bırakmaktır.

“Önemli olan; hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır.”

İnsanoğlu kısa ve özlü bir tefekkür turuyla bir damlacık sudan nasıl yaratıldığını, anne karnına sığarken dünyaya neden sığmadığını ve en sonunda bir metre karelik yere nasıl sığmak zorunda kalacağını fark etmeli!

Şu çok geniş görünen dünyanın, ahirete nispetle anne karnı gibi olduğunu; henüz bebekken ‘Dünya benim!’ dercesine avuçlarının sımsıkı kapalı olduğunu, ölürken de aynı avuçların ‘Her şeyi bırakıp gidiyorum işte!’ dercesine ap açık kaldığını ve kefenin cebinin bulunmadığını fark etmeli. Azrail’in (as) her an sürpriz yapabileceğini, nasıl yaşarsa öyle öleceğini, hayvanların yolda, kaldırımda, çöplükte ama kendisinin güzel hazırlanmış mükellef bir sofrada yemek yediğini fark etmeli.

Yaratılmışların en güzeli olduğunu, gülün hemen dibindeki dikeni, dikenin hemen yanı başındaki gülü, dolabında asılı 25 gömleğinin sadece üçünü giydiğini ama arka sokaktaki komşusunun o beğenilmeyen gömleklere muhtaç olduğunu fark etmeli.

Zenginliğin ve bereketin sofradayken önünde biriken ekmek kırıntılarını yemekte gizlendiğini, annesinden doğarken tertemiz teslim aldığı gırtlağını ve aşırı beslenme yüzünden sarkan göbeğini fark etmeli, çok geç olmadan…

Ömür dediğin üç gündür, dün geldi geçti yarın meçhuldür. O halde ömür dediğin bir gündür, o da bugündür.

Aşırıya kaçmayan, dengeli ve istikametli günleri dostlarımızla birlikte yaşamamız dilek ve temennisiyle…

Image

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*