Kadın isterse

Risâle-i Nur’da “şefkat kahramanı” olarak nitelenen, “hürmet, muhabbet ve sabır” kavramlarıyla özdeşleştirilen ve nazik-nazenin fıtratıyla ön plana çıkarılan kadın, çağlar boyunca birbirinden çok farklı anlayış ve uygulamaların odağı olmuştur. Kâh baş tacı edilmiş, sevilmiş, övülmüştür; kâh ayaklar altına alınmış, horlanmış, dövülmüş, sövülmüştür.

İslâm geleneğinde ve toplumunda, “anne” olması hasebiyle ayakları altına cennet serilecek düzeyde yüceltilen kadın, toplumsal yapının temelini oluşturan ailenin baş aktörüdür. Bir toplumu ayakta tutan değerler manzumesini çocuklarından başlayarak nesillere aktarma görevini de her çağda üstlenen kadının sosyal değişimler ve bozulmalar karşısındaki tutumu toplumun bütün katmanlarını etkileyebilmektedir. Toplumsal değişim süreçleri içersinde kadın kimliği ile ilgili yapılan yeni tanımlamalar ve uygulamalar sosyal yapı ile ilgili beklenmedik sonuçları da doğurabilmektedir. Ahlâk, iffet, sadakat, hürmet ve muhabbet gibi hasletlerden yoksunluk kadının sosyal değişimler esnasında takındığı tavır ile yakından ilgilidir. Bu bağlamda, kadını fıtratının reddettiği şekilde değiştirmeye çalışmak, toplumun genetiği ile oynamak anlamına gelmektedir. Bugün yakındığımız ferdî ve sosyal bozulmaların, dejenerasyonların temelinde kadın kimliği üzerinden yürütülen yıkıcı faaliyetlerin olduğu açıkça görülmektedir.

Kadını daha çağdaş, daha modern, daha özgür olma vaadiyle aldatan modernizm kadına ne vermiştir, bizden neyi çalmıştır? Sefih medeniyetin oyuncaklarına aldanan nazik fıtratlar; sınırsız özgürlük, eşitlik ve kariyer hevesiyle kapitalist toplumların bir metaı haline gelmekten kurtulamamıştır. Kadın, kendisini bir meta haline getirirken yaşadığı toplumu da maddeleştirmiştir. Bugün İslâm toplumunun da içini kemiren, bizi içten içe çürüten büyük bir tehlikedir bu. Kendi değerlerinden, inançlarından uzaklaşarak Batı modernizmini taklid etmeye çalışan Müslüman toplumlarında da ciddî travmalara yol açan bu sürecin nasıl atlatılabileceği sorusu yine kadının özüne dönmesini işaret eden cevapları içermektedir.

Annelik görevini öteleyen entelektüel, eğitimli, bakımlı, başarılı ve hırslı modern kadın imajı; yerini gitgide mutsuz, depresif ve yalnız kadın imajına bırakmıştır. Tüketim kültürünün ağır bombardımanı ile sarsılan günümüzün mutsuz ve yalnız kadını, kendisine dayatılan kadın imajını oluşturabilmek gayreti içersinde farkında olmadan kendisini, ailesini ve toplumunu tedavisi zor hastalıkların pençesine bırakabilmiştir. İslâmî duyarlılığa sahip kadınlara da bulaşan bu hastalıkla birlikte bozulan toplumsal yapının nasıl tamir edileceği, çağımız kadınının mimarı olabileceği yuvasına döndürülerek asli görevleriyle nasıl tanıştırılacağı, kadının bir meta olmaktan kurtarılıp saygı değer bir varlık haline nasıl getirileceği; alevleri göklere yükselen yangınlardan azap duyan her vicdan sahibinin ilgilenmesi gereken bir sorudur. Bu soruların ilk muhatabı olan kadın, bu soruların cevabını bulabilecek zekâya ve isterse kendini ve toplumu değiştirecek güce de sahiptir.

Kadın isterse, kendisini sokağa bırakan, özünden u-zaklaştırarak sahte medeniyet fantaziyeleri ile oyalayan “sefih medeniyet”in izlerini siler, fazıl bir medeniyetin inşasına başlayabilir. Zira; kadın annedir, isterse yeşertir, yetiştirir; ilmik ilmik, düğüm düğüm örer hayatı. Her ilmik bir ders, her düğüm bir değer olur. Topluma, sefkat, merhamet, hürmet, asalet, muhabbet ve sabır üfler; faziletle süsler sokakları. Bu yönüyle kıymet biçilmez kadının verdiklerine.

Kadın isterse kavgalar, çekişmeler sona erer, hırçınlıklar biter. Kadın “şefkat kahramanı”dır, şefkatiyle yoğurur, cennet kokusuyla sarar, sarmalar yürekleri. Yuvasını cennet yapar, muhabbet iklimiyle huzura kavuşturur herkesi ve her şeyi.

Kadın naziktir, zariftir; nezaket ve zerafet saçar. Şairlerin ilhamı, medeniyetlerin üstadıdır. Bedeni hazlarda aşkı arayanlar kadını anlayamazlar. Sevgiyi maddeleştirenler, kadını anlamayanlar, tanımayanlar fazıl bir medeniyet kuramazlar. Bir memleket neredeymiş, nereden gelmiş, nereye gitmiş? Bir kadınla belli eder kendini.

Hasılı, kadın hastalanırsa her şey hastalanır. Benlikler zehirlenir, ruhlar ölür, toplum kokuşur. Ancak, kadın isterse bütün çirkinlikleri örter. Açık saçıklık, teşhircilik, iffetsizlik, çürümüşlük, hürmetsizlik, helaket ve felâket… Bir kadının tesettürüyle yok olur gider.

Şair “Ben ne kadınlar sevdim, zaten hiç yoktular” diye sızlanadursun. Biz ne kadınlar sevdik, ne kadınlar tanıdık; hep yanımızdaydılar.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*