Kâinata meydan okumak!

altUnutma küçük bir kâinatsın sen,
Âlemde ne varsa sende bulunur.
Hikmetle yapılmış bir saraysın sen,
Bin bir san’at bir bedende bulunur

A.Y.

“İman hem nurdur, hem kuvvettir, hakikî imanı elde eden adam kâinata meydan okuyabilir” 1(Bediüzzaman)

“Kâinata meydan okumak benim gibi âciz bir insana mı kaldı?” diyenler varsa, lütfen aynanın karşısına geçip kendilerine bir daha baksınlar. Kalp ve gönül hanelerine girip kendilerini şöyle bir incelesinler. Hayal dürbünü ile galaksileri seyredip, okyanusların derinliklerinde bir tur atsınlar. Maddî bedenlerindeki yapı taşlarının kâinattan süzülmüş elementlerden meydana geldiğini anlayacaklardır. Kâinata hakikat nazarıyla bakanlar, insanın küçük bir kâinat, kâinatın da büyük bir insan olduğunu göreceklerdir. İnsanın başında akıl ve hikmet, kalbinde ise iman ve muhabbet derc edilmiş olduğundan, insan kâinattan daha önemli bir konuma sahiptir. Zaten Cenâb-ı Hak da insanı yer yüzüne halife olarak gönderdiğini ifade ederek, bu önemi belirtmektedir.

Kömür ile elmasın atom yapıları aynıdır. Yani ikisi de karbon kökenlidir. Atomlarının dizilişi farklı olduğundan, kömür rengi itibariyle kapkara, vazifesi itibariyle de yanmaktan başka bir işe yaramaz. Elmas ise, en sert maden olduğu gibi, parlaklık, şeffaflık ve güzellik ve kıymet açısından en pahalı bir cevherdir. Ayrıca güneşe karşı tutulursa, güneşi içine alır, ısı ve ışığına ayna olur.

İnsan da görünüşte çabuk dağılıp bozulacak et kemik birleşmesinden meydana gelmiş olsa da, ruhundaki yapı taşlarını Rabbinin tanzim ettiği şekilde muhafaza ederse, yani fıtratı bozulmazsa, kalbi Rahman ve Rahim güneşine ayna olur. Artık Rabbi ile rabıta sağlamıştır. Her şeyin dizgini O’nun elinde, her şeyin anahtarı O’nun yanında olduğuna göre, bu rabıta ile kendini güçlü hisseder. O insan bilir ki, en küçük bir zerreden en büyük yıldızlara, yeryüzünden yerin merkezine kadar her ne var ise, Cenâb-ı Hakk’ın emri ve idaresi altındadır. O istemezse yaprak dahi kıpırdayamaz.

İnsan kendisine verilen cüz’î iradesine ve sınırlı bir ışık sağlayan akıl fenerine güvenirse, her an karanlıkta kalabilir. Üstesinden gelemeyeceği düşmanlar karşısında dehşete kapılır, mağlûp ve perişan olur. Bir yıldız böceği sırtındaki fosfor kadar etrafına ışık verebilir. İnsanın aklı ve iradesi de, kâinattaki olaylar karşısında bir yıldız böceğinin ışığı kadar insana yol gösterebilir. Halbuki kendi cüz’î iradesini küllî iradenin idaresine bırakırsa, bir güneşe intisap etmiş olur. O zaman çevresi daha aydın, çehresi daha Nurlu bir hale gelir.

Yağmurlu bir gecede ağzından ateş saçarak nara atan şimşekler de O’nun emrindedir, kanımızda dolaşan mikroplar da. İnsanda istinat, rabıta ve güven duygusu olmazsa, gök gürültüsünden korktuğu gibi, gözle görülemeyen bir mikroptan da dehşete düşer. Ama onların da vazifeli birer memur olduklarını bilse, Allah’ın emri ve iradesi dışına çıkamayacaklarını anlasa, onlardan korkmak değil, belki onlara hayret ve hayranlıkla bakar. Vazifelerindeki hikmet ve rahmeti görüp Rabbinin kudretine iman ve itimadını arttırır. O zaman bu insan, kalpleri yerinden oynatan, ruhları dehşete düşüren olaylar karşısında bile sükûnetini muhafaza eder. Ne yıldızların çarpışmasından dehşete düşer, ne yıldırımlar onu yıldırabilir. Hatta, “Evet, tam münevverü’l-kalb bir âbidi, küre-i arz bomba olup patlasa, ihtimâldir ki, onu korkutmaz. Belki hârika bir kudret-i Samedâniyeyi, lezzetli bir hayret ile seyredecek.”2

Sonuç olarak, Hz. Ali Efendimizin dediği gibi, “Allah’a dayanan yıkılmaz.”

Dipnotlar:
1- 23. Söz. 2- 3. Söz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*