Kâinatı okumayı öğreten okul

Eğitim konusunun eğitimciler tarafından konuşulması, tartışılması ve ortak noktaların tesbit edilmesine ihtiyaç var. Bununla birlikte eğitim, sadece “eğitimciler”e bırakılmayacak kadar da önemlidir, bunu da unutmamak icap eder.

Son günlerde eğitim sisteminde yapılmak istenen değişiklik (4+4+4 gibi) de değişik çevrelerce ele alınıyor. Bu cümleden olarak Fatih Üniversitesi 10 Mart’da İstanbul’daki merkez kampüsünde ‘Eğitim ve Rehberlik Zirvesi’ düzenledi. Zirvenin bazı oturumlarını izleyici olarak dinleme imkânı bulduk. Konuşmacılar haklı tesbitlerde bulunarak, öğrencilerden önce “eğiticilerin” eğitilmesi gerektiğine dikkat çektiler. Konuşmacılardan Prof. Dr. Adnan Kulaksızoğlu’nun dikkat çektiği bir nokta var ki, bilhassa Türkiye’yi idare edenlerin bu nokta üzerinde düşünmeleri gerekir. “Anne babaların tutumları ile ergenlerin kişilikleri arasındaki ilişkiler”i anlatan Prof. Dr. Kulaksızoğlu, çocukların eğitimi noktasında ailede yaşanan “yanlış”lara da dikkat çekti ve bu yanlışların düzeltilmesi noktasında insanların, ailelerin ve kamuoyunun ikaz edilmemesini, bilgilendirilmemesini garip bulduğunu ifade etti. Gerçekten de öyle değil mi? 7/24 saat esasına göre yayın yapan TV kanalları, ailenin ve toplumun can damarı olan “eğitim” konusunda ne kadar yayın yapıyor? Belki “kötü” örnekleri “haber” olarak duyuruyor, ama bu kötülüklerin önlenmesi için “doğru metod”ları anlatıyor mu?

Tabiî ki bu durum TV’lere zorla program konulmak suretiyle düzelmez. En başta ailelerden böyle bir talep gelmesi lâzım. Gerçekten de onlarca TV kanalında, kaç adet eğitim programı var? Elbette, eğitim programı denildiğinde ‘okul derslerine yardımcı program’lar akla gelmemeli. Aksine, “ders” dışı eğitimin nasıl verileceği, velilerin çocuklarına nasıl davranması gerektiği, yaşanan problemlerin nasıl aşılabileceği uygun bir lisan ile anlatılması lâzım. Bu yapılırken de, millet ekseriyetinin anlayacağı bir üslûpla yapılmalı. Böyle programlar yapılabilse mutlaka faydalı olur ve belki de bir çok aile faciasının da önüne geçilebilir.

‘Eğitim ve Rehberlik Zirvesi’nde dikkat çekilen konulardan biri de ‘veli’lerin çocuklarını eleştirirken dikkatli ve ölçülü bir dil kullanmaları, onları sürekli tenkit etmemeleri gerektiği şeklindeki tesbit oldu. “Evet, fena bir adama ‘İyisin, iyisin’ desen iyileşmesi ve iyi adama ‘Fenasın, fenasın’ desen fenalaşması çok vuku bulur” (Mektubat, Yirmi İkinci Mektup, 256) ikazını doğrulayan bu beyanlar da dikkate değer. Zaten atasözü haline gelen “İyi bir adama kırk defa kötü denilse kötü olur” tesbiti de aynı gerçeği hatırlatmıyor mu?

Zirvedeki konuşmacılardan biri de “Su Üstüne Yazı Yazmak” kitabıyla tanıdığımız Amerikalı yazar, psikoloji profesörü Muhyiddin Şekûr idi. Muhyiddin Şekûr daha çok “iç eğitim”e dikkat çeken bir konuşma yaptı. Fatih Üniversitesi öğrencisi Osman Rahmi Kaçmaz’ın heyecanla tercüme ettiği konuşmasında Şekûr, “üniversite” kavramına dikkat çekti ve üniversitelerin, kâinatı anlatan, onu okutan yerler olması gerektiğine dikkat çekti. İnsanın, kâinatın küçük bir modeli olduğuna da dikkat çeken Prof. Dr. Şekûr, çoğu eğitimci olan dinleyicileri kâinatı okumaya dâvet etti. “Bunları araştırın. Bunu yaparsanız mükemmel insanlar olursunuz. Bunu yapabilenlerin güzel bir aile yuvası da olur. Bir adım sonra barış içinde bir dünya da ancak bu yolla kurulabilir” diyen Şekûr, “Su Üstünde Yazı Yazmak” isimli kitabında bu düşüncelerini anlattığını söyledi.

“Ah, keşke bu duygularımı Türkçe olarak size anlatabilsem” diyen Prof. Dr. Şekûr, yazdığı kitabını ‘beğenmediğini’ ama Türkiye’deki okuyucuların bu eseri benimsediğini gördüğü ifade etti ve bu sebeple de teşekkürlerini sundu. Kitabını beğenmediğini söylemesi üzerine bazı dinleyiciler bu ‘tevazu’ ifadesini yanlış anlayarak, “O halde kitabı yeniden yazmayı, bir anlamda düzeltmeyi düşünür müsünüz?” diye sordu. Bu soru karşısında uzun süre susmayı tercih eden Şekûr, sadece “Hayır, o kalpten geldiği gibi yazıldı” diyebildi.

Bu noktada daha önce bu eseri okuyan bir kişi olarak söz aldım ve “Lütfen, Prof. Şekûr’un tevazusunu yanlış anlamayın. Bu kitap yayınlandığında okudum ve istifade ettim. Kitap çok güzel. Mânâ olarak da Risâle-i Nur ile paralellikler taşıyor. Herkese tavsiye edebilirim” dedim. Bu beyanlarım Şekûr’u duygulandırdı ve sanki “kitabın yazılmasından pişmanlık duyuluyor” gibi bir yanlış anlamanın önüne geçilmiş oldu.

Muhyiddin Şekûr, başta eğitimciler olarak herkesi Kâinat kitabını okumaya çağırıyor ve üniversitelerin de bu maksatla hizmet vermesini talep ediyor. Bu temin edilebilse, eğitimde problem kalır mıydı?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*