Kâinatın çekirdek-i aslîsi ve nuru: Hz. Muhammed (asm)

Atom çekirdeği etrafında rakseden elektronların manzarasından tutun da, 1000 ışık yılı uzaklıktan Samanyolu Galaksisi’nin uzay boşluğunda dönüş manzarasına kadar, kâinat kitabı muhteşem manzaralarla doludur.

Tarif edicisi olmayan ve okunmayan bir kitap, insan için çok bir mânâ ifade etmeyeceği gibi; görülmeyen manzaralar da insan ruhunda kalıcı bir etki bırakmaz.

Bütün manzumelerin Nâzımı ve bütün manzaraların Nâzırı olan Kâinat Sultanı (cc) bir hadis-i kudsîde, “Ben gizli bir hazine idim; görmek, görünmek ve bilinmek istedim; âlemi yarattım” buyurmaktadır.

Buna mümâsil olarak Yüce Yaratıcının büyüklüğünü biz, her şeyden önce O’nun yarattığı eserlere bakarak ve okuyarak öğreniyoruz. Tabiî ki bu eserler içinde en muhteşem olanı, şüphesiz ki insandır. Çünkü hadis-i kudsîde bahsedilen on sekiz bin âlemde Cenâb-ı Hakk’ın Kendi azamet ve kudretini bilfiil görüp nazar edeceği en ehemmiyetli varlık kâinat kitabı ve diğer mektubat-ı Samedaniyesi olduğu gibi, hadis-i kudside söz edilen gizli sırları keşfederek mânâlarını çözüp, hazinelerini açacak en müstesna varlık, zîşuur, zîakıl ve zîfikir olan insandır.

Demek ki bu on sekiz bin âlemde Rabbin söz ettiği bütün bu muhteşem yaratılışlar, sırlar, hazineler ve manzaralar insanla bir değer kazanıyor. Şurası bir gerçektir ki bir ağaç dikilmeden önce, o ağacın semeresi ve meyvesi düşünülür. Cenâb-ı Hak, varlık âlemini yaratmadan evvel, “Levlâke levlâk lemâ halaktü’l-eflâk” (Ey Habibim, sen olmasaydın ben bu kâinatı yaratmazdım) hitabı ve iltifatına mazhar olarak en evvel Nur-u Muhammedî’yi (asm) yaratarak tecellisine mazhar kılmıştır.

Bu cümleden olarak Kâinat Sultanı (cc), şu muhteşem kâinatı âlemlere rahmet olarak yarattığı habibi, Hz. Muhammed’in (asm) nurundan yaratmıştır. Bu nuru insanlık olarak ilk fark eden, ilk insan ve ilk peygamber Hz. Adem’dir (as). Hz. Âdem ufukta gördüğü bu göz alıcı ve muazzam nur karşısında irkilip hayret ederek Rabbine ”Ya Rabbi bu Nur nedir?” diye sorunca, Cenâb-ı Hak: ”Ey Âdem! Bu Nur seni ve bütün âlemleri nurundan yarattığım Hz. Muhammed’in nurudur” der.

Bu Nur’un sahibi ki, Mi’rac merdiveniyle Kab-ı Kavseyn mertebesinde bire bir Âlemlerin Sultanı Cenâb-ı Hak’la görüşerek, yaratılışında olduğu gibi, hayatında da hiçbir beşerin ve peygamberin nâil olamadığı en yüce makama urûc ederek, Rü’yet’e mazhar olmuştur.

Hazret-i Âdemden beri bütün peygamberlerin ve bütün asırların fitne ve belâsından Allah’a sığındığı en dehşetli zaman olan âhirzamanda, 80 küsur yıllık hayatında, Asr-ı Saadet’te dâvâ-yı Muhammedî için kızgın çöllerin kumlarında sürüklenerek eziyet ve işkencelere maruz bırakıldığı halde dâvâsından vazgeçmeyen Bilâl (ra) misâli, küfrün hadsiz zulüm, işkence ve zehirleri karşısında dimdik durarak bu asırda Peygamber vârisi olduğu hayatı ve eserleriyle teyid edilen Bediüzzaman Hazretleri, 6000 sayfalık Kur’ân Tefsirinin tamamında dâvâ-yı Muhammedi’yi ilân etmiş, hususan onun dörtte birisinde Nübüvvet dâvâsını ve Hazret-i Muhammed’i (asm), şu ana kadar yazılan hiçbir eserde görülmeyecek ulviyet ve güzellikte, senâ edilmeye lâyık en ulvî vasıflarla anlatmıştır. İsterseniz onun Kur’ân’dan lemaân ederek yazdığı “Mesnevî-i Nuriye” adlı eserinden Nur-u Muhammedî’ye hep birlikte nazar edelim:

“İ’lem eyyühe’l-aziz! (Bil ki ey aziz!) Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitab nazariyle bakılırsa, Nur-u Muhammedî (asm) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebîr, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur. Eğer dünya mücessem bir zîhayat farzedilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur. Eğer pek güzel şaşaalı bir Cennet bahçesi tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî onun andelîbi olur. Eğer pek büyük bir saray farzedilirse, Nur-u Muhammedî o Sultan-ı Ezelî’nin makarr-ı saltanat ve haşmeti ve tecelliyât-ı cemâliyesiyle âsâr-ı san’atını hâvi olan o yüksek saraya nâzır ve münâdî ve teşrifatçı olur. Bütün insanları dâvet ediyor. O sarayda bulunan bütün antika san’atları, hârikaları ve mu’cizeleri târif ediyor. Halkı o saray sâhibine, Sâniine îman etmek üzere câzibedar, hayret-efzâ dâvet ediyor.” (Mesnevî-i Nûriye, Habbe, s. 116)

Ölümsüz halk şiirlerinden birinde şair “Gülü olmayan ve bülbülü ötmeyen bahçeyi ben neyleyeyim” diyor. Kâinat Kur’ân’ının hülâsası olan Kur’ân-ı Hakim’de Yüce Yaratıcımız “Biz insanı en güzel bir şekilde, kâinata bir takvim olarak yarattık” buyurmaktadır. Buradan hareketle, “Kâinat kitabının sonsuz ve muhteşem güzelliklerini ve manzaralarını tamamlayan insan ve o kâinat bahçelerinin Bülbül-ü Zîşânı Hazret-i Muhammed’dir (asm)” diyebiliriz.Kültürümüzün baş tâcı olan Mevlid’inde Süleyman Çelebi “Gül Cemâlin Gülşen etti âlemi” sözleriyle, Gül-ü Muhammedî’yi ve onun kıymetini bir nebze ifade ederek, cihan tarihine ölümsüz bir not düşmüştür.

Hazret-i Resûl (asm), insâniyette, ahlâkta, tarif edicilik ve yol göstericilikte, fazilet ve sevap cihetinde en büyüktür. Sûretçe en güzel, sîretçe en güzel odur (asm), en büyük rehber ve en güzel aile reisi odur, en sevgili odur (asm).

Bütün bunlardan anlaşılıyor ki, Hazret-i Rasulullah’ın (asm) Cenâb-ı Hak katında taşıdığı değeri anlatmada sayfalar yetersiz, kalemler mahzundur.

İnsanlık bunca maddî terakki ve imkânlara ulaşmasına rağmen, mutsuzdur ve Hazret-i Muhammed (asm) ve onun Nuruna bugün her zamankinden daha çok muhtaçtır. Kurtuluşu için gaflet ve dalâletin karanlık vadilerinde bir ışık ve bir yol aramaktadır. Çabuk bir kıyamet kopmazsa İnşâallah beşer aradığı bu ışık ve yolu bulacak ve onunla cennet-âsâ baharlar yaşayacaktır. Bu yol Muhammed’in (asm) yolu, bu ışıksa Nur-u Muhammedî’dir (asm).

“Kutlu Doğum’”u idrak ettiğimiz şu günlerde Cenâb-ı Hak, bizleri ona hakkıyla ümmet eyleyerek, Resul’ün (asm) boyasıyla boyanmayı ve onun şefaatine nâil olmayı bize nasip kılsın.

Bir başka Muhavere’de buluşmak üzere Allah’a emanet olun.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*