‘Kâinatın teşkilâtı’ neyi intâc ediyor?

Yüce yüce dağlar, kocaman denizler, göller ve akarsular…

Yeryüzü ve içindeki hazineler, gök ve semanın eşsiz güzelliği içinde birbirinden güzel unsurlar..

Aylar, güneşler, yıldız ve sâir gezegenler, toprak, su, hava, madenler gibi faideli elementler…

Süslü ve nakışlı ağaçlar, gülen güller ve bütün eşcar ve nebatat..

Âlem-i şehadeti seyreden insanlar, âlem-i hayvanat…

Denizlerde bulunan mahlûkat, yeryüzünü süsleyen meyveler, sebzeler ve sâir gıdalar…

Gece ve gündüz, şimşekler, bulutlar…

Bütün bu saydığımız ve daha birçok sayamadığımız kâinattaki diğer varlıklar, mahlûkat neyi intâc ediyor dersiniz?

Kâinatı bir “kitab-ı kebir” (büyük kitap) şeklinde tesmiye eden Bediüzzaman Hazretleri, koca kâinat ve içindekilerin intaç ettiği manaları, şu eşsiz ifadeleriyle izhar eder ve der ki:

“Kur’ân-ı kebîr olan şu kâinat dahi gösteriyor ki, netice-i hilkat-i âlemin en mühimi şükürdür. Çünkü, kâinata dikkat edilse görünüyor ki, kâinatın teşkilâtı şükrü intâc edecek bir surette, herbir şey bir derece şükre bakıyor ve ona müteveccih oluyor.

“Güya şu şecere-i hilkatin en mühim meyvesi şükürdür. Ve şu kâinat fabrikasının çıkardığı mahsulâtın en âlâsı şükürdür.” (Mektubat, s, 348)

Hayatı veren ve verdiği hayatı rızık ile idame ettiren şu kâinatın sahib-i hakikisi olan Cenâb-ı Hak, kâinatın merkezinde insan denilen varlığa ihsan buyurduğu bütün nimetlerine mukabil ondan şükür etmesini istiyor.

Bediüzzaman’ın bu husustaki şu manidar tesbit ve tahlili, kâinatın teşkilâtının neyi intâc ettiğini gayet vâzıh bir biçimde göstermeye yetiyor.

Diyor ki Bediüzzaman:

“Görüyoruz ki, zîhayat âlemlerini bir daire suretinde icad edip, insanı nokta-i merkeziyede bırakıyor. Adeta, zîhayatlardan maksud olan gayeler onda temerküz ediyor; bütün zîhayatı onun etrafına toplayıp ona hizmetkâr ve musahhar ediyor, onu onlara hâkim ediyor. Demek, Hâlık-ı Zülcelâl, zîhayatlar içinde insanı intihap ediyor, âlemde onu irade ve ihtiyar ediyor.” (A. g. e. 349)

Kâinatın teşkilâtının insana yönelik faidelerine mukabil insanın kâinatın teşkilâtıyla intâc ettiği şükrü yapmaması, bilmemesi ve yerine getirmemesi nasıl tarif edilir?

Bu noktadan, kâinatın teşkilâtının intâc ettiği şükrü yerine getirmeyene insan denilebilir mi?

Öyleyse vazife-i asliyesi duâ ile birlikte “O Mün’im-i Hakikî bizden o kıymettar nimetlere, mallara bedel istediği fiyat ise üç şeydir: Biri zikir, biri şükür, biri fikirdir” (Sözler: 13)

Diyebiliriz ki, kâinatın teşkilâtı şükrü intâc ediyor. Yani “Âhirde Elhamdülillah, şükürdür.” (A. g. e: 13)

Kâinatın intaç ettiği bu manayı, içinde bulunduğumuz Ramazan ayında çok iyi düşünmemiz gerekir.

Zikir, fikir ve sonunda şükür..

İşte “bir bütün olarak kâinatın intâc ettiği mana budur” diyor ve çok şükretmemiz gereğine yürekten inanıyoruz…

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*