Kalp dairesinden başlamak

Müstehcen neşriyat…

Yani, açık/saçık yayınlar.

Elinizde tuttuğunuz gazeteniz Yeni Asya, bu tehlikeye tam 40 yıl önce, yani 1975’te dikkat çekmiş.

Çocukluğumda hatırlıyorum, “Şey” ve “Tan” isimli iki gazete vardı. İki ismi yan yana getirdiğinizde “Şey-Tan” olarak telaffuz ediliyordu. İkisi de masa başında uydurulan müstehcen haberlerle tanınmıştı.

Bunlar rezil yayınlardı. Dönemin büyükleri o zaman, bu iki gazeteyi temsilen müstehcen neşriyatı bombardımana tutuyordu.

Ama şimdi; sadece gazeteler, dergiler ve televizyon yok. Tehlike, sosyal medyanın da içinde bulunduğu dev bir medya organı olarak karşımızda duruyor.

Herhangi bir soysal medyada adınıza kayıtlı bir hesabınız bile olsa, sayfanın sağında/solunda mutlak bir açık-saçık resim bulunuyor. “Oralı” bile olmasanız dahi, o görüntü sizin bilinç altınıza işleniyor.

Şimdi tehlike daha büyük! Mücadele daha bir zor, imtihan çetin…

Topyekün bir “seferberlik” şart. Ama öncelikle, kendimizden başlamalı bu mücadeleye.

Yani “kalp” dairesinden!

Medyaya baktığınızda bu konuda öne çıkacak bir yayın bulamazsınız. Yeni Asya dışında hangi gazetede ciddi anlamda müstehcenliğin sınırını belirleyip mücadeleye girer?

Düşünün diğer yayın organları problemi çözmek yerine, sahiplenmez bile.

Çünkü bu konu tartışmaya açıldığında hemen farklı fikir ve görüşler ortaya saçılır. Kimi, “müstehcenliğin” sınırını geniş tutar. Kimi görüşlerde, görüntü, yazı, ses ve davranışlarda müstehcenliği sorgular. Bunun için kesin sınırlar ve hat olmadığı gibi, müstehcenliğin ölçüsü yorumlayanın kültür yapısına, inanana, ahlak anlayışına göre değişmektedir. Hal böyle olunca kafa bulandıran türden yorumlar gırla gider.

Hele televizyon dizilerinde sıkça –çok afedersiniz- “öpüşme” sahneleri çoğaldı. Bu bile düpedüz “müstehcenlik” değil de nedir? Üstelik muhafazakar bir yayın iddiasında bulunan bir tv kanalında böylesi sakil görüntülere ne demeli?

Hal böyle olunca, “sanat”ta da müstehcenlik aranmaması gerektiği şeklinde yapay bir anlayış hakim olmaya başladı. Bu anlayışın hukuk doktrinine girdiğini düşünebiliyor musunuz? Müstehcenlik nasıl “sanat eseri” olabilir? Kabalıkta incelik, çirkinlikte güzellik nasıl bağdaşır, cevabı var mıdır?

Bu, altın kapta zehir sunulmasına benzer ki; böylesi bir örnek asla kabul edilemez.

Anayasaya bakalım.

5’inci maddesinde der ki; “İnsanın manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlama görevi verilmiştir.”

28’inci madde; “Genel ahlakın koruması” maksadıyla alınabilecek hukuki ve idari tedbirlerden” söz eder.

41.maddede ise; “Aile Türk toplumunun temeli” sayılmış, madde gerekçesinde ailenin “ahlaki bir çevre”, “mukaddes bir temel” olduğu belirtilmiş…

Devlet “müstehcenlik”te gereğini, yani üzerine düşeni yapmalı.

Fert bazında ise biz “kalp dairesi”nde üzerimize düşeni yapmalıyız. Hem de hemen!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*