Kalp ve lâtifeleri

Evvelâ şunu belirtelim ki, tasavvufî anlamdaki kalp (gönül) ile bedenimize kan pompalayan kalp aynı değildir.

Şayet ikisi aynı olsaydı veya “imanın ve takvanın mahalli olan” 1 manevî kalp, etten yapılan bu organın içinde bulunsaydı, sun’î kalp takılan biri imanını da, takvasını da kaybederdi.

İkisine de aynı ismin verilmesinin sebebi, çam kozalağı şeklindeki bu organımızın bedene yaptığı hizmet ile rûhânî kalbin maneviyatımıza yaptığı hizmet arasındaki benzerliktir. 2

Şu da var ki, Ravza’nın Cennet’ten bir bahçe olması gibi, melekût itibariyle manevî kalbin dahî, bu biyolojik kalbin bulunduğu yer ile (sadr) irtibatlı olması ihtimalden uzak değildir.

Böyle bir irtibatı göstermesi açısından tarîk-i Nakşîde ism-i celâl (Allah) zikriyle başlayan seyr-i sülükte, bu rûhânî kalbi açmak için sol memenin iki parmak altına, yani biyolojik kalbin bulunduğu yere yoğunlaşılması ilginçtir.

Bu irtibat, rûhânî olan bu kalbin, işlevlerini cismânî kalp vasıtasıyla gerçekleştirmesi de olabilir. Nitekim bedene can veren cismânî kalp durduğunda ruhânî kalp dahî uçup gider. “Sanki cismânî kalp, rûhânî kalbin binitidir.” 3

Rasûl-ü Ekrem’in (asm) 4 ve 10 yaşlarında, ayrıca ilk vahiyden ve bir de Mi’racdan önce, toplam dört defa Cebrail Aleyhisselâm tarafından göğsünün açılarak kalbinin çıkarılıp yıkanması, sonra yerine konulması, sadece rûhânî özellikler değil, cismânî özellikler de göstermektedir. 4

Demek rûhânî kalp ile cismânî kalp arasında bilemediğimiz başka bağlantılar da olabilir.

Âyet ve hadislerde ve keza Risale-i Nurlar’da geçen kalp kelimeleri insanın anlama, kavrama, düşünme ve hakikati bulma yönünü, yani insanı insan yapan ayırıcı niteliklerini ifade eder. 5 “Kalbleri var, ama onunla bir şey anlamıyorlar” 6 buyrulur. “Akletmek için onlarda kalb yok mu?” 7 diye sorulur. Kısacası Kur’ân’da bahsedilen kalp, hayvanlarda da bulunan kalp değil, sadece insanda bulunan ve akıl edebilen bir kalptir.

Dolayısıyla biz bu yazıda kalpten bahsederken hep “rûhun merkezi olan kalbi” kastedeceğiz ve onu “insanın hayatiyetini sağlayan, idrak edici ve bilici unsuru” olarak “binlerce âlemlere (açılan bir) penceresi” şeklinde kabul edeceğiz.

Gerek dinî kaynaklarda, gerekse Risale-i Nurlar’da sadece kalp değil, ruh, nefis, vicdan ve akıl, hatta hafıza, dimağ ve hayal, bazen birbirleri yerine kullanılmıştır. Bazen de hepsine birden bir hakîkat-i câmia olan “kalp” veya “ruh” denilmiştir. (Haşiye) 8

Tıpkı “Urfa” denildiğinde bazen hariçteki on iki lâtif ilçesiyle bütün il sınırları, bazen de sadece büyükşehir belediye hudutları içindeki merkezi kastedilir. Kalp kelimesi dahî böyledir.

Bununla birlikte hepsi ruhun havassı olan bu lâtîfeler arasındaki farklara yer yer işaret de edilmiştir.

LÂTÎFE-İ RABBÂNİYE

“Lâtîfe” gözle görülmeyen demektir. Kalbin batınında bulunan ve “Sırr-ı İnsânî” veya “Lâtîfe-i Rabbâniye” denilen bu lâtîfe, ebediyeti öylesine ister ki, ufûl edenleri gördükçe ağlar. O yüzden bir Kadîr-i Rahîmden başkasına bağlanamaz. O’ndan başkasına tenezzül ve teveccüh edemez. Acz ve fakrından dolayı O’na duyduğu şiddetli ihtiyaçla O’na öylesine muhabbet eder ki, ondaki bu bağlanma hissi -göz bebeği ışığın varlığını istediği gibi- ebedî bir Zât-ı Ehad ve Samed’i ister ve gösterir. Evet “Batın-ı kalp âyine-i Samed’dir.”

Bu sebeple doğrudan Rabb’a nisbet edilmiş ve bütün duygu ve lâtîfelerin içinde “Lâtîfelerin Sultanı” olmayı hak etmiştir. Basar masnuatı gördükten sonra Sânii gören basîret, işte bu Lâtîfe-i Rabbâniyedir. Küfür onu ölü heykele çevirir.

Şimdi Güneşten gelen ısı ve ışığa ilim, irade ve kudret diyelim. Bu ısı ve ışık enerjisinin sürekliliği sayesinde var olmaya devam eden ve bunları aksettiren insan ruhunu şuurlu bir “hologram programa” benzetelim. “Ruha” benzettiğimiz bu hayattar programın göz bebeği “Lâtîfe-i Rabbâniye” dir.

Ruh, bu göz ile Allah’ı müşahede ederken, kalp denilen kulağıyla da O’nun vahyini ve ilhamını duyar. Bunlar gibi, ruhun daha bir çok lâtîfesi, gaybî âlemleri algılamak için ona takılmıştır. Her lâtîfeye mahsus algılar olduğu gibi farklı duygular da vardır.

Aynı ruh, cismânî olanları duymak ve görmek için ise cismânî kulağı ve gözü kullanır. Hatta bazı ruhâniler, cismânî boyutu görebilmek için sinek gibi bazı hayvanatın bedenlerini kullanmaktadır. 9

LETÂİF-İ HAMSE

“Letâif-i Hamse” yani kalp, ruh, sır, hafî ve ahfâ, en dışta kalp, en içte ahfâ olmak üzere iç içe geçmiş halkalar gibi tasavvur edilir. Veya letâif-i hamse, nefsin mertebelerinde olduğu gibi aynı ruhun safiyet kazandıkça her mertebede aldığı farklı isimlerdir. 10

“Sır” tasavvufta “ruhun bir idrak mertebesi veya kalp içine konmuş bir lâtifedir.” Zihin marifetin, kalp muhabbetin, “sır da müşahedenin mahallidir.” 11 Nurlar’da, cüz zikredilip küllün kastedilmediği yerlerdeki Lâtîfe-i Rabbâniye ile “Sırr-ı İnsânînin” aynı olduğu anlaşılmaktadır.

“Namaz kalbin gıdası, ruhun âb-ı hayatı, latîfe-i Rabbâniyenin havâ-i nesîmidir” derken 12 adeta kullandıkları gıdanın letafeti üzerinden letafet sıralamaları ihsas edilmiştir.

Bediüzzaman Hazretleri’nin “teşhis edemediğim bir iki lâtîfe var ki” dediği lâtîfelerin “hafî ve ahfâ” olması muhtemeldir.

Üstad’ın bunları teşhis edemeyişinin sebebi bilgisizlik değil, belki “sırrın sırrındaki” bu lâtîfelerin -adı üstünde- “gizli” ve “en gizli” damgasını yemelerinden dolayı gizli kalmaları gerekmesi, teşahhus ve taayyünü kabul etmeyişleridir. Belki de bunların, şuûnat-ı İlâhiyenin tezahürü ve zâtî tecellî sebebiyle istiğrak ve fenâ makamları olmalarındandır.

Bunlar “ihtiyar ve iradeyi dinlemezler, belki de mesuliyet altına da giremezler.” 13

Bu lâtîfelerin mahkûmu olanlar ihtiyarsız, daire-i şeriatın haricine çıkabilirler; ancak bunda mazur olurlar. 14 Gariptir ki, bu halette, ne sual etseler, Cenab-ı Hak onu verir. 15

KALBİN DİĞER BAZI LÂTÎFELERİ

Duyularla alınan bilgilerin depo yeri “hafıza” ve bu bilgileri sentezleyerek bilinmeyene ilerleme aleti “akıl”dır. Akıl, şuurdan ve histen süzülmüş bir hülâsadır ve yeri dimağdır. Görüntülerin yeri ise “hayal”dir. Her biri kalbin birer lâtîfesi ve donanımıdır.

Kalp, ilhamın iniş ve manâların çıkış yeri olup çıplak olan bu manalar duygu ise “vicdana” fikir ise “dimağa” yansır. Dimağ bu manalara lâfız, hayal ise suret libasları giydirir. 16 Böylece görünürlük kazanırlar.

“Şer işlemekten hâsıl olan ıztırap ve hayır işlemekten husûle gelen sürur” şeklinde tarif edilen “vicdan” ise müstakil bir lâtîfe değil, belki “irade, zihin, his ve lâtîfe-i Rabbaniye” denilen dört farklı unsurun muhassalıdır. Ahlâkî denetim mekanizması olarak çalışır.

KURTLARIN İLİŞTİĞİ KALP HANGİSİ?

Hz. Eyyüb’ün (as) kalbine kurtların ilişmesi ise hem hakîkî, hem de mecazî anlamdadır. Hakîkî anlamı kastedildiğinde, maddî kalbe ilişen kurtlar mikroorganizmalar olur.

Mecazî anlamı kastedildiğinde ise bu kurtlar “vesveseler” olur. Çünkü vesveseler de kurt misali manevî kalbi ısırır ve maddî hastalık gibi moral bozar ve ubudiyete halel verir.

Nitekim  Hz. Eyyüb (as) duâlarını, en yakın dostlarına Şeytan’ın verdiği şu telkini duyunca yapmıştır: “Eyyüb, Allah’ın sevdiği bir kul olsaydı, ondan mallarını, evlâtlarını, dostlarını ve sağlığını alır mıydı?” Bu ona çok dokunmuş ve “Rabbim! Şeytan bana bıkkınlık ve azap verdi” 17 diye onu Allah’a şikâyet etmiştir.

Allahım! O mel’un, bize de çok bıkkınlık ve azap veriyor!

DİPNOTLAR:

1) bk. Hucurât 49/7, 14; Mücâdele 58/22; Hac 22/32.
2) bk. bk. İ. İ’caz, Bakara 2/7 “İhtar”.
3) İ. Gazzâlî, İhyâ, Trc. A. Serdaroğlu, III/13.
4) bk. TDV İslâm Ans. “Şakk-ı Sadr” md.; Elmalılı, Hak Dini, VIII, 5914-5916.
5) bk. TDV İslâm Ans. “Kalb” md. bk. Hac 22/46; A‘râf 7/179.
6) A’râf 7/179.
7) Hac 22/46.
8) HAŞİYE: Meselâ, hafıza kalp içinde gösterilir. “Kalbin mercimek kadar bir sandukçası olan kuvve-i hâfıza” denilir. 11. Lem’a, 10. Nükte.
9) bk. 15. Söz, 1. Basamak, 29. Söz, Mukaddime.
10) bk. TDV İslâm Ans. “Letâif-i Hamse” md.; Barla L. 347.
11) TDV İslâm Ans. “Sır” md.
12) 21. Söz, 1. Makam, 2. İkaz.
13) 13. Lem’a, 6. İşaret.
14) bk. 29. Mektup, 9. Kısım, 7. Telvih; 26. Mektup, 4. Mebhas, 9. Mesele.
15) bk. M. Nuriye, Şule.
16) bk. İ. İ’caz, Bakara 2/7 “İhtar”; 21. Söz, 2. Makam, 1. Vecih.
17) bk. S. Kutup, Fî-Zılâli’l-Kur’ân, Sâd 38/41.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*