Kan ile abdest veya istiğfar mevsimi

İnsanlık, Rabbimizin bazen gazap, bazen de şefkat tokatlarıyla terbiye edilegeliyor.

Bu nazarla başta Kur’ân’ın kıssaları olmak üzere tarihi ve bilhassa İslâm tarihini incelediğimizde birbirinden ilginç ve hayrette bırakacak manzaralarla karşılaşıyoruz. Kavimlerin başına gelen hadiseler kadar, Asr-ı Saadet sonrası meydana gelen hadiseler de fevkalâde ilginçtir. Peygamber Efendimizin (asm) geçmiş ümmetlerin hallerini cemaatine ders verdiği nuranî sohbetlerin metinleri, insanlığın tabi tutulduğu imtihanın şiddetini de gösteriyor.

Efendimizin (asm) içinden çıktığı ve Kur’ân’ın üzerlerine hidayet olarak indiği İslâm topluluklarının karşılaştığı musîbetleri helâk olmuş kavimlerle karşılaştırdığımızda, Efendimizin (asm) ümmete nasıl bir rahmet ve Kur’ân’ın nasıl bir hidayet getirdiğini daha iyi anlıyoruz. Efendimizin (asm) riyasetinde toplanmış geçmiş asır imamlarının rüyadaki meclisinde Bediüzzaman’a yöneltilen soruyu hepimiz biliyoruz: ”Ey felâket ve helâket asrının adamı, senin de reyin var, fikrini beyan et!… Bu mağlûbiyetlerin (kandan abdest almaların) neticesi ne olacak?” Bu soru ve cevaba geniş daire kadar dar dairenin de muhatap olduğunu düşünüyorum. İşlediği yaramazlığı müteakiben ayağı taşa takılıp başı kırılan çocuk kadar Rabbisine ve insanlığa karşı ihmal ettiği vazifelerden dolayı düçar olduğumuz musîbetler arasındaki alâka çok önemlidir. Kendi âlemimizde yediğimiz maddî-manevî tokatlardan hareketle, İslâm milletlerinin ve ümmetin yediği tokatlara baktığımızda, Rabbimizin terbiye konumundaki güzel isimleri iç içe görüyoruz. Celâl-Cemâl tecellileri gibi…

Birinci Cihan Harbi öncesi ve sonrasında İslâm dünyasının düçar olduğu sıkıntı, muhaceret ve savaşların; üç mühim erkân’ı İslâmiyenin ihmalinden -salat, savm, zekât- geldiğini ifade eden Bediüzzaman, ümmet olarak bu yanlış, ihmal ve kusurlarımızdan dolayı Rabbimizin bize kandan abdest aldırtarak istiğfar üzere dergâhına aldığını söylüyor. Hadis-i Şeriflerde, günahın peşi sıra güzel amel ve istiğfar ile affolunacağını Efendimiz (asm) haber veriyor. Evvela işlediğimiz hata ve ihmalimizin karşılığı itibarıyla ferd ve ümmet olarak bizden istiğfar istiyor, Rabbimiz. Zira istiğfarsız amel-i salihin de kabul olunmayacağını başka kaynaklardan öğreniyoruz. Bu hususun daha iyi anlaşılması için, Bediüzzaman Hz.’lerinin Eskişehir zindanında kaleme aldıkları ‘Birinci Şuâ’da ondokuzuncu âyetin manasına müracaat etmek gerekiyor.

İstiğfar ferecin de kapısıdır. Güzel günlerin gelmesini engelleyen manialar da istiğfarla aşılıyormuş. Musîbetlerden kurtuluş ve ferece kavuşmayı asrımız ve insanımız kadar, yirminci ve ondokuzuncu asırlardaki ümmet de arzulamış. Bu şiddetli arzusunu heryerde ve her zaman Rabbisine niyazda bulunmuş. Bediüzzaman Hz.’leri İkinci Dünya Savaşının açmakta olduğu dehşetli düğümlerin açılışını hisseden evliyanın sorularını cevaplarken: “..geçen Ramazan-ı Şerifte ehl-i sünnetin selâmet ve necatı için edilen pek çok duâların şimdilik aşikâre kabulleri görülmemesine hususî iki sebep ihtar edildi” tarzında birçok yerlerde Anadolu sathında işlenen günah, cinayet ve hata ve bidaların devamının, ferecin Anadolu’ya gelişini nasıl engellediğini izah ediyorlar.

Yukarıdan aşağıya arz ettiğimiz hususlar çerçevesinde diyebiliriz ki, ondokuzuncu yüzyıldan itibaren başlayan musîbet ve felâketlerin şu yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde sonlanarak Peygamberimizin (asm) müjdelediği güzel zamanların gelmesini engelleyen veya en azından geciktiren hatalarımızdan, ihmal ve günahlarımızdan dolayı yeniden bir “İSTİĞFAR” dönemine giriyoruz. Risale-i Nur’un âlem-i İslâm sathındaki tufanlardan Anadolu’yu kurtardığını, riyazi ve cifri tarihlerle isbat eden Bediüzzaman, Risale-i Nur’un yaygınlaşmadığı coğrafyalar için o müjdeyi maalesef vermiyor; “Hem siz hem onlar bilsinler ki, sadaka belâyı def ettiği gibi Risale-i Nur Anadoluda, hususan Isparta, Kastamonu’da afat-ı semaviye ve arziyenin def ve refine vesiledir…”. “..Risale-i Nur sefine-i Nuh gibi Anadolu’yu cebel-i Cudi hükmüne getirip küre-i arzın yangınından ve tokadından kurtulmasına bir sebeptir..” Geçen yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarından günümüze, yaklaşık yüz seneye yakındır Türkiye’nin savaş, tufan ve büyük felâketlerden masun kalışının bir hikmetini de Anadolu’nun bağrına yerleşmiş Risale-i Nur olduğunu söylemek bizim için mübalâğa sayılmamalı. Kaldı ki Türkiye’nin arkasını verdiği tarih, coğrafya ve ecdada kandan abdest aldırılarak manevî bir istiğfara mecbur bırakıldığını yukarıda arz etmiştik.

Osmanlı’nın aldığı kanlı abdestin Afrika ve ön Asya’daki Arabistan için yeterli olmadığını Arap Baharı felâketi ve ondan önceki savaşlar göstermiş oldu. Âlem-i İslâmı yok etmek ve Kur’ân’ı kaldırmak üzere harekete geçen ikinci zalim ve dinsiz Avrupa’nın İkinci Dünya Savaşı ile sebep olduğu dehşetli felâketi Avrupalılar da unutacak değiller. Fakat bazı dinsiz Avrupalı yazarların “Müslümanlar İkinci Dünya Savaşında zayiat vermediler, BOP ile birlikte onlar da bizim kadar telef olmalılar” beyanlarının ne kadar hakikate zıt olduğunu, inşallah uyanmış Mısır, Pakistan, Kafkas ve Türkistan isbat edecekler. Fakat yaklaşık çeyrek asırdan bu yana bu coğrafyanın da kandan abdest almakta olduğunu hep birlikte görüyoruz. Şu mübarek günde ferece girmeye başladığımıza inandığımız bu senede, Arafat’dan dünyanın yedi kıt’asına dalga dalga yayılacak” istiğfarlarla”, “helâket ve felâket” zamanlarını âlem-i İslâm arkasında bırakacaktır, düşüncesindeyiz. Geçmiş asırdaki ümmete kandan abdest aldıran Rabbimiz günahkâr bir milletin beşte birini şehadet mertebesine yükseltirken, gerisini gazilik derecesine çıkardı. Ve ümmetin toplu günahlarını bu müşterek musîbetle mazi defterinden sildi, götürdü. Ümit ediyoruz ki, yeniden dehşetli yangına giriftar olan Müslüman Arap kardeşlerimiz de birikmiş günahlarından bu vesileyle kurtulmuş oldular.

Fertten cemaate, devletten âlem-i İslâma girdiğimiz “istiğfar mevsiminin” ferec ve fütuhatın kapılarını sonuna dek açacağına inanmayanların, işledikleri haramlardan vazeçmek istemeyen ve ihmallerini devam ettirmek arzusundaki Müslümanların olmasından korkuyoruz. Zira ferec de fütuhat da hep şartlara bağlı kaldı, tarih boyunca. Tatmin olmak isteyenler Kur’ân’daki temsilleri bir de o gözle incelemeliler. Bu konuya devam edeceğiz… Bu mübarek gün hürmetine, Rabbimizin tevbemizi kabul etmesini dilerken, Cenâb-ı Hakk’ın ümmetten yeni kurbanlar almamasını diliyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*