Kapitalist Marksistler…

sukru-bulutAvrupa’nın emperyalist kanadı bizim kuşağımıza kapitalistlerle komünistleri karşılıklı can düşmanları olarak göstermişti.
Marks’ın emek-sermaye çatışmasını, fıtratın bir doğrusu olarak kabullenenler, maalesef günümüzdeki “yeni Marksizm”i anlamakta zorluk çekiyor. Yani globalleşmenin beraberinde getirdiği yeni şartlara kendisini uyarlayan Karl Popper’ın bir Marksist, global çatışmacı, insanî değerleri karşıtı veya dolaylı bir demokrasi düşmanı olduğunu yeni nesillere anlatmak zorlaştı. Elektronik medya ile kitleleri hipnotize eden kapitalist komünistler, uydurdukları magazin kültüründe boğmaya çalıştıkları insanlardan anlama ve idrak melekesini de kaldırmaya çalıştıklarından, doğruları topluma aktarmanın belki de en güç zamanlarını yaşıyoruz.

Karl Popper’ı liberal olarak modern toplumlara takdime çalışan sempatizanlarının cevaplayamadığı onlarca soru, açık toplumcuların mahiyetlerini gizlemelerini engelliyor. Yeni Marksistlerin neden alın teri ve emeği unuttuklarını bilen var mı? Onların liberal politikalarıyla işçileri ve sendikaları sermayedarlara kimler sattı? Turuncu, pardon sarı sendikacılığın kaynağı neresidir? Bu ”yeni Marksistler”in bankerlik merakları, yağma sermayelerle kurdukları fonların durumu, global bir çete halinde fukara milletlerin servet ve rızıklarına akbabalar halinde saldırmalarının sırrı, elde ettikleri devasa sermayelerle kurdukları “ekonomi ön tahmin merkezleri,” enstitülerinde geliştirdikleri negatif sosyal projeler, dünya insanının gıdasını temin edecek tarım alanlarına ilgileri ve güney Amerika’da el koydukları hayvancılıklar ve büyük araziler… Daha yüzlerce soru…Fakat bunlardan hiçbirine doğru cevap alamazsınız.

Neoliberallerin mahiyetini anlayamayanlar; ne bizdeki kalkışmaları, ne ahlâkî çöküşleri ve ne de toplumun yakalandığı kaosu anlayamaz kanaatindeyim. Bu konulara dudak bükmek, modern ihtilâl ve dönüşümleri doğru anlamamızı geciktiriyor.

EMEK SERMAYE ÇATIŞMASINI ÇIKARANLAR SEMAVÎ DİNLERE DÜŞMAN KAPİTALİSTLERDİ…

Bütün dinsizlik ideologlarının Kuzey Avrupa’dan çıkması elbette tesadüf olamazdı. Çok ilginçtir ki bu düşünürler, çok zengin ve müreffeh ailelerin çocuklarıydı. George Soros, Marc Zuckerberg veya Michael Chrowkoski Avrupa, Rusya ve Amerika zenginleri kadar zengin olmasalar da o dönemin zenginlikte ileri gelen anne babalarından doğmuş, en ileri eğitim imkânlarından faydalanmış ve çoğu kendileri gibi Musevi olan çağdaşlarından aldıkları maddî-manevî desteklerle 19. yüzyıl sonu ile 20. yüzyılın başlarındaki şartlarda Avrupa’da şöhretleri yayılmıştı: Karl Popper, Leo Strauss, Sigmund Freud, Marx Horkheimer, Theodor W. Adorno ve diğerleri… İaşe derdi, geçim sıkıntısı ve parasızlık gibi insanlık ortalamasının gailelerinden uzak yaşayan bu filozofların Marksizm ve Freudizm temsilleri, bize Bediüzzaman’ın “şimal cereyanı” tabirini tedai ettiriyor. Oligarşi ailelerinin çocukları, kendi dönemlerinin kapitalini -bilhassa Avrupa’da- kontrol noktasında büyüdüler.

Bu husus yalnızca Marksizme çalışan Avrupalı feylesoflarda ortaya çıkmıyor. Türk solunun veya Türkiye komünistlerinin bütün teorisyenlerini ve üst temsilcilerini de bu karede incelemekte fayda var. Türkiye solunun elit temsilcilerinin birçoğu 12 Eylül’den sonra Popper’ı izleyerek genç ve ihtiyar işveren derneklerinin yönetici kadrolarına kadar yükseldiler. Marksistlerin emek, işçi ve köylü sınıfına dahil olmadıkları zamanlarda onlardan görünmeleri mi daha çok insanlığa zarar verdi, yoksa liberal, demokrat ve insanî değerlerin yanında olmadıkları halde bugün için öyle görünmeleri mi daha fazla zarar veriyor tartışmasını yapacak elbette bizleriz. Her iki halde de semavi dinlere, insanî geleneğe ve demokrasiye düşman olan bu ideolojinin insanlığı çok derinden aldattığı ve demokrasilere darbe vurduğu, bir hakikattir.

DÜNYA SERMAYESİNİ KOMÜNİSTLER Mİ İDARE EDİYOR?

Evvelâ müdahaleci sermayenin bir yerde toplandığını kimse iddia edemez. Fakat organize olmuş küçük bir azınlığın dünyayı saldırılarıyla perişan ettiğini de görüyor ve biliyoruz. Birbirleriyle irtibatlı, aynı ideoloji ve menfaatler etrafında kilitlenmiş banka ve fonların, başta Amerika ve Avrupa olmak üzere dünya ekonomilerine yaptıkları saldırıları geçmişte yaşadık. 2008’deki saldırının Amerika ve Avrupa halklarında oluşturduğu fukaralığı istatistikler kaydettiler. Bugünlerde yine komünist kapitalistlerin Amerika’dan Avrupa’ya yeni bir taarruz başlatacaklarına dair sosyal medyada çok haberlerle karşılaşıyoruz. 2011’den bu yana AB’ye yönelttikleri taarruzun sebebini, dünya barışının çekirdeğini korumak isteyenler çok iyi biliyorlar. Fakat insanın eğitim ve medya aracılığıyla ahlâken çökertilmeye çalışıldığı bir zamanda, siyasetle devlet idaresine gelen insanların veya politikacılar tarafından tayin edilen bürokratların satın alındığı bir ortamda barışı ve barışın çekirdekleri konumundaki yapıları korumak zorlaşıyor.

“Yeni Marksist”lerin AB’ye düşmanlıklarının sebebini okuyucularımız biliyorlar. Demokrasinin gereği olan düzeni, şeffaflığı, temel hürriyetleri, genel ahlâkı ve sermayenin adaletli dağılımını istemeyenler, AB’nin dünyaya bir ölçü getirmesini de istemiyorlar. Fukara ülkelere ve sıkıntıya girebilecek diğer sermayelere hücum etmek üzere, hukukun üstünlüğünün olmadığı bölgelere konuşlandırılmış fonlarıyla neolibereller, her gün yeni bir avın peşinde koşarken, sosyal devletler çöküyor ve insanlık yeni ekonomik krizlere düçar oluyor. Bunlar kapitalist değil, Marksisttirler… Avrupalı sosyal demokratların “çekirge sürüsü,” Amerikalıların “köpek balığı” benzetmeleri, onların tahribat, yağma ve sömürüde sınır tanımamalarına teşbihtir..

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*