Karanlık çilehanesinde yıldız toplayan adam: Bediüzzaman Said Nursi

Asrın hastalığı tefekkür eksikliği. Mevlâ’ya sarılmak dururken yalana sığınan milyonlarca insan. Bir ümitsizlik hâli, bir pejmürdelik ve sonunda kökten bir yıkım. Derinden kopan vaveylalar… Bir şeylere mâlik olma derdi, Mevlâ’ya lâyık olma derdini çoktan ortadan kaldırmış. Herkes zimmetine geçirmeye çalışıyor bu dünyayı. Lâkin ne beyhûde bir çaba; mazi dünyanın zimmetine çektiği insanlarla dolu.

İşte bir adam var ki, bütün mücahitliği ile İslâm’a sarılmış, tefekkürün keskin kılıcını asla elinden bırakmamış, tamah etmemiş ve eğilmemiş dünyaya… Bu adam; Bedîüzzaman Said Nursî’den başkası değil. Bir mücadele timsali olan Said Nursî’den öğrenecek çok şeyi var insanların. O, çektiği sıkıntıları içindeki aşk ile vuslata erdirmiş, şekva yerine tevekkülü sırtlamıştır. Bütün kötülüklere imanı ile cevap vermiş bir mütefekkir. Risâle-i Nurlar ise onun ardında kalan en büyük miras.
Bedîüzzaman, döneminde ve sonrasında düşünce tarihimizin velûd kalemleri olan Cemil Meriç, Necip Fazıl Kısakürek, Eşref Edib Fergan, Osman Yüksel (nam-ı diğer Serdengeçti) gibi düşünürlerin dikkatinden kaçmamıştır. İlerleyen zamanlarda sosyolojimizin ehemmiyetli isimlerinden olan Şerif Mardin de Said Nursî hakkında bir kitap yayınlamıştır 1. Her ne kadar bazı çevreler bu araştırmadan rahatsız olmuş olsa da, Mardin bu çalışmanın gerekliliğini kitabında dile getirmiştir. Tabiî ki hakkında yazılanlar sadece bunlarla mahdud değil. Burada her yazılanı zikretmek takdir edersiniz ki imkânsız. Bu konuda belki de külliyen bir bibliyografya çalışması yapmak daha hayırlı olacaktır.
Bedîüzzaman, Cumhuriyet’in sancılı yıllarında fikrî tutarlılığını asla yitirmemiş, hakkında açılan dâvâlar, verilen sürgün cezalarını bir imtihan olarak görmüş, var gücüyle direnmiştir. Bunlar onu asla yıldırmamış, o mücadelesine devam etmiş ve dönemin önemli İslâmî dergilerinden olan Sebilürreşad Dergisi’nde “İman ve Kur’ân” üzerine yazdığı yazılarla dâvâsını hep bir adım ileri götürmenin telâşı içinde olmuştur. Bedîüzzaman’ın sadece sergüzeştine sathî olarak bakmak bile mutlaka şahsiyetlerin kafasında bir çerçeve çizecektir.
Sebilürreşad Dergisi’nin Mesul Müdürü Eşref Edib Fergan da Bedîüzzaman’ı yakından tanıdığı için bir kitabında şu satırları yazmıştır: “Üstad Said Nur, çok yüksek bir zekâ ve irfan sahibi… İmandan ibaret bir varlık… Mü’minler için bir iman ve irfan mektebine ihtiyaç duymuş. Kalbleri dalâlet eşkiyasının taarruzlarından koruyacak bir üniversite… Bunu gönüller üzerine kurmuş. Temelleri dünyalar durdukça yıkılmasın, sapasağlam yaşasın diye. Derslerini vermiş, kenara çekilmiş. Artık bu mektebi mü’minler kendi kendine idare etsinler diye. Ne ücret, ne unvan, ne paye, ne tekaüdiye, ne heykel!… Hiçbir şey istemiyor. Vazifesini yapan bir muallim, bir profesör gibi kalbi neşe ile dolu olarak ecel-i mev’udunu bekliyor 2”. Fergan ile Bedîüzzaman’ın müşterek yanı oldukça fazladır. İkisi de döneminde komünizme ve masonluğa karşı cephe almış, İslâm’ın birinci düşmanı olarak değerlendirmişlerdir. Eşref Edib, Üstad’ın Sebilürreşad idarehanesine ziyaretleri sırasında şu müşahedelerde bulunur: “Üstadla tanışmamız kırk seneyi geçti. O zamanlar idarehaneye (Sebilürreşad’a) gelir. Âkifler, Naimler, Feridler, İzmirlilerle birlikte saatlerce tatlı tatlı muhasebelerde bulunurduk. Üstad kendine mahsus şivesiyle yüksek ilmi meselelerden konuşur, onun konuşmasındaki celâdet ve şehamet bizi de heyecanlandırırdı. Harikulâde fıtrî bir zekâ, İlâhî bir mevhibe” 3. Görüldüğü gibi Bedîüzzaman, döneminde önemli aydınlarla fikir alış verişinde bulunmuş, onların fikrî mücadelelerine büyük katkıları olmuştur.
Yakın düşünce tarihimizin önemli fikir adamlarından ve Serdengeçti Dergisi’nin sahibi Osman Yüksel de bir arkadaşı ile Said Nursî üzerine yaptığı bir sohbetten sonra o gece bir rüya görür ve dergisinde bu rüyayı şöyle aktarır: “O gece bir rüya görüyorum: Geniş yeşil bir meydan… Meydanda binlerce, on binlerce insan… Bu hem genişliğine, hem derinliğine meydana yayılmışlar. Omuz omuza göklere kadar yükselmişler. O onun omuzuna basmış, o onun omuzuna… Böylece bu muazzam insan yığınından adetâ bir dağ meydana gelmiş…. Bu insanların en yükseğinde Said-i Nursî Hazretleri… Sanki minarenin alemi gibi… Sanki kâinata Allah’ın varlığını, birliğini işaret eder gibi, bir heybetle duruyor. Ben karşıdayım. Gülümseyerek iki eliyle selâm verdi. Selâmını aldım. Başı göklere değiyordu. Saçları rüzgâra karışmıştı. Bütün insanlar ayaklarının altında idi. Omuz omuza vererek onun dünyadaki mesnetleri hâline gelmişlerdi… Rüyada heyecanlanmışım, uyanıverdim.” 4
Osman Yüksel bu rüyayı zaman zaman görecek, tesirinde kalarak Nur Talebelerine anlatacaktır. Hatta bunun üzerine Serdengeçti dergisinde “Said Nûr ve Talebeleri” başlıklı bir yazı yazar ve binlerce iltifat mektupları alır. Bundan sonra onun için Said Nursî’yi görmek artık farz olacaktır. Bedîüzzaman’ın Fatih’te Reşadiye Otelinde kaldığını öğrenir ve bir arkadaşını da yanına alarak yola düşer. Lâkin Üstad ikindiden sonra kimseyle görüşmemektedir. Osman Yüksel, “En azından buraya kadar gelmek nasip oldu” diyerek bunu bile kâr sayar. Fakat Üstad onunla görüşmek isteyecektir. İçeri buyur edildiğinde Osman Yüksel çok şaşıracaktır, rüyasında gördüğü başı göklere değen bu zattır. Kıyafetine varıncaya kadar aynısı ve tıpkısı…
Üstad, Osman Yüksel ve arkadaşına döner konuşmaya başlar: “Ben seni eskiden biliyorum. Emirdağ’ında iken mecmuanı getirdiler. Allah ve din yolunda her şeyimden vazgeçtim, ser’imi bu yola koydum demişsin… Aferin, aferin, maşallah… maşallah, bir oğlum olsaydı adını Serdengeçti koyardım, sonra etrafındakilere hitap ederek: Bu benim oğlum, oğlum olsaydı böyle yetiştirirdim” 5 der.
Bedîüzzaman içindeki derin tecessüsle, tefekkürün bütün iklimlerinde gezmiş, yapmacık bir dünya görüşünü temelden yıkmıştır. Adeta fikirleriyle asrı ayağa kaldırmıştır. Bu konuda Cemil Meriç’in söylediklerine kulak vermekte büyük fayda vardır: “Nass’ların yalçın duvarları arkasından geliyordu bu ses, tarihin içinden geliyordu: Kabuğuna çekilmiş yüz binlerce insanı uyandırdı. Bu hayalî insanlar o konuştukça gerçekleşti. Yani, Nurculardan önce kelâm var. O konuştukça, laikliğin kartondan setleri yıkıldı birer birer. Kentle köy, çağdaş uygarlık düzeyi (!) ile Anadolu, tereddütle inanç… karşı karşıya geldi” 6.
Bediüzzaman katreleri ummana çevirmiş bir şahsiyet, her türlü çileye karşı İman’ın ve İslâm’ın vakur bekçisi. Arkasında bıraktığı “Nur Halkası” her geçen gün daha genişlemekte ve Risâle-i Nur aydınlığı dünyaya ışık tutmaktadır. Dileriz ki, Allah (cc) bu dâvâ yolcularının yolunu her daim açık etsin.

Dipnotlar:

1- Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Toplumsal Değişme/Bediüzzaman Said Nursî Olayı/Çev. Metin Çulhaoğlu, İletişim Yay., 2. baskı, İstanbul 1992, 406 sayfa.
2- Eşref Edib, Risâle-i Nur Müellifi Bediüzzâman Said Nur/Hayatı-Eserleri-Mesleği, Asarı İlmiye Kütüphanesi Neşriyatı,  İstanbul 1952, s. numarası yok.
3- Eşref Edib, a.g.e., 10-11.
4- Serdengeçti Osman Yüksel, “Said-i Nûrsî’nin Huzurunda”, Serdengeçti, Mayıs-Haziran 1952, Sayı: 15-16, s. 7.
5- a.g.m., s.7.
6- Cemil Meriç, Bu Ülke/Said Nursî, İletişim Yay., 24. baskı, İstanbul 2004, s. 246.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*