Karla mücadele mi, mütareke mi?

Televizyonlarda günlerdir kar haberleri dinliyor, kar manzaraları seyrediyoruz.

Daha bir tane kar bile düşmeden, sanki büyük bir felâket geliyormuş gibi ortalığı velveleye veriyorlar. Meteoroloji yetkilileri uyarıyor, yetkililer halkı uyarıyor, “Âfet Koordinasyon Merkezleri” faaliyete geçiyor. Belediyeler “karla savaşmak” için hazırlıklara başlıyor. Depolarındaki mühimmat stoklarını takviye ediyorlar. “Kar canavarlarını” hangarlardan çıkartıp cepheye sürmeye hazırlanıyorlar. Günler öncesinden alarmlar veriliyor. Meteorolojiden gelen istihbarata göre alarm seviyesi önce sarıya, sonra kırmızıya yükseltilerek nefesler tutuluyor, heyecanlı bir bekleyiş başlıyor.

Nihayet “Balkanlardan gelen” soğuk hava dalgası Trakya’dan yurda giriş yapıyor. Biraz rüzgâr, biraz yağmur, biraz kar derken, İstanbul’a kadar ulaşıyor. Ama o da ne? Mütecaviz bir düşman gibi beklenen kar, mütevazı bir dost olarak karşımıza çıkıyor. Nur yüzlü, yumuşak kalpli, dost canlısı bir misafir olarak bizi ziyaret ediyor. Hiç de öyle beklendiği gibi hırçın, çılgın, saldırgan, istilâ edici bir hâli görülmüyor. Hatta insanların kararttığı yeryüzünü beyaz bir badana ile temizliyor, parlatıyor, mikropları kırarak havayı dezenfekte ediyor.

Çocukları sırtından kaydırarak onları eğlendiriyor, hoşça vakit geçirmelerini sağlıyor. Yüzünün aklığı, kalbinin yumuşaklığı ile herkesin yüzüne gülümsüyor, yüzleri gülümsetiyor. İnsanlar pencereden bakarak, “Eskiden olduğu gibi iyice bir kar yağsa da üzerinde yürüyüşe çıksak” diye heyecanla bekliyor. Ama kara karşı o kadar düşmanca hazırlıklar yapılıyor ki, zavallı daha fazla yağmaktan çekinerek şehirleri terk ediyor. Kendisini başına tâç eden dağlara doğru çekilip gidiyor.

İnsanların kusurundan, tedbirsizliğinden ve telâşından dolayı bir takım kazalar yaşanması, trafikte sıkışmalar ve yollarda kayıp düşmeler, bir felâket olarak görülüyor. Bazı kazalarda araçlar içinde görülen içki şişeleri ise, asıl suçluların kim olduğunu ele veriyor. Aşırı hız ve kuralsız seyir sonucunda bir takım kazalar meydana geliyorsa, bunda karın ne suçu var? Hem de az bir zahmet verse de, arkasındaki çok büyük rahmetler için karı baş tacı yapmak gerekmez mi?

Karla mücadele yerine, mütareke yapılarak gerekli tedbirler alınsa, gelişi bir felâket olarak değil de bir rahmet olarak bilinse, altında yatan güzel neticeler nazara verilse, bu kadar kaygıya ve telâşa lüzum kalmayacaktır.

Bediüzzaman Hazretleri, kara yapılan isnatların haksızlıkların ne kadar yersiz olduğunu şu ifadelerle dile getiriyor. O soğuk yüzünün altında ne kadar sıcak bir kalp taşıdığını bildiriyor:

“Karı pek bâridane (soğuk) ve tatsız telâkki ederler. Halbu ki, o bârid ve tatsız perdesi altında o kadar hararetli gayeler ve öyle şeker gibi tatlı neticeler vardır ki, tarif edilmez.” (Sözler, 18. Söz, s. 366)

BEYAZ  BEREKET

Bazıları sana kara kış diyor,
Kara değil, beyaz abanla geldin.
Bu kumaşı hangi tezgâh dokuyor,
Pamuktan dokunmuş urbanla geldin.
Ey kar sen ki, sedefteki incisin,
Masum çocukların kış sevincisin,
Tüllü duvaklı bir gelin gibisin,
Başında beyaz bir türbanla geldin.
Dağlara yakışan kıyafetsin sen,
Tecessüm eylemiş bir rahmetsin sen,
Bir felâket değil, bereketsin sen,
İçi suyla dolu kırbanla geldin.
Alçakların gitmese de hoşuna,
Dağlar seni taç eyliyor başına,
Yer yüzünün toprağına taşına,
Bereket taşıyan vagonla geldin.
Vadilere tül yaparsın sisini,
Tamamlarsın tabiatın süsünü,
Örtmek için nebatatın üstünü,
Beyaz satenden bir yorganla geldin.
Seyreyle Rabbinin mu’cizesini,
Kristalden yapmış kar tanesini,
Bir melek taşıyor her tanesini,
Tevhide sayısız bürhanla geldin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*