Karnımız doysun, ama…

İnsan yemeden, içmeden yaşayamaz. Rabb-i Rahimimiz kemâl-i merhametinden hangi mevsim neye ihtiyacımız varsa, rahmet hazinesinden onları gönderiyor bizlere. Tıpkı anne rahmindeki bebeğe rızkını gönderdiği gibi, ya da anne kucağındaki bebeğe annesinin şefkatli sinesinden rahmet çeşmesini akıttığı gibi. Çünkü, O Rahman’dır, Rahim’dir, Hakim’dir, Vedud’dur, bizi bizden daha iyi bilir ve daha çok sever.

Ama insanoğlu anî ve fanî zevklere müptelâ olduğu için her mevsim ne canı çekiyorsa onu yiyip içmeye çalışıyor. Yazın kış, kışın yaz meyvesini yemek gibi, ya da her mevsim yemekte mübah görmediği hazır gıdalar gibi. Halbuki mevsim dışı yetişen sebze ve meyveler, hazır gıdalar ya hormonlu, ya GDO’lu, ya da katkı maddeli; yani insan sağlığına zararlı. Gıda uzmanları habire uyarılarda bulunuyor; hazır gıdalarda bulunan katkı maddelerinin çoğunun kanserojen, mevsim dışı yetişen sebze ve meyvelerin hormonlu olduğunu ifade diyorlar. Ayrıca bazı margarinlerin üzerinde ‘trans yağ içermez’ deniyor, ama margarin pişme esnasında trans yağa dönüşüyor. Gazlı içeceklere alışanlar da bir türlü bırakamıyor. Onlar da bir nev’î bağımlılık yapıyor. Evet yediğimiz gıdalar hormonluymuş, katkı maddeliymiş, kanserojenmiş, GDO’lu imiş, bağımlılık yapıyormuş, vs. zararları varmış, pek de umurumuz da değil gibi. En önemlisi de yediğimiz hazır gıdaların çoğunun muhtevasını tam olarak bilmiyoruz. Şüpheli şeylerle karşı karşıyayız.
Şüpheli ve insan sağlığına zararlı unsurları barındırmayan helâl lokma ise, inançlı insanın hayatının mihveri gibidir. Yenilen her lokma ile bedenin hayatiyeti devam ederken, lokmanın niteliği de yani haram veya helâlliği de mânevî dünyamızın enerjisi oluyor.

Evet, insanoğlu mânen ve maddeten helâl rızka muhtaç.

KARNIMIZ DOYSUN, AMA HELÂL LOKMA VE KANAAT İLE

Evet karınlarımız doymalı, ama doyarkenki birinci önceliğimiz rızkımızın helâl yollarla kazanılmış olması olmalı. Faiz, kul hakkı gibi manevî kirleri barındırmayan, zekâtı, sadakası verilmiş mânen temiz olmalı. Cenâb-ı Hakk’ın yememizi helâl kıldığı rızıklar olmalı, insan sağlığına zararlı unsurlardan uzak olmalı ve içinde dinen şüpheli şeyleri barındırmamalı. Yani rızkımız maddeten ve manen helâl olmalı.

Helâl rızkın insan hayatiyeti için elzemliliğini belirten iki hadis-i şerife kulâk vermeye ne dersiniz? Resulullah (asm) diyor ki: ”Cebrail bana her geldiğinde şu iki duâyı yapmamı emrederdi: ‘Allah’ım beni helâl ile rızıklandır ve salih işlerde çalıştır.’” 1 Dostumuz Cebrail (as) Resûlullah’a (asm) böyle duâ etmesini tavsiye etmişse bizim bu duâyı hâlen, fiilen, kâlen etmeye her vakit ihtiyacımız var.

Hz. Ali (ra) anlatıyor:

“‘Ya Ali, sana beş bin koyun mu vereyim, yoksa dünya ve ahiretin için yararlı olan beş kelimeyi mi öğreteyim?’ dedi.

‘Ya Resulullah, beş bin koyun fena değil, ama ben o beş kelimeyi öğretmeni istiyorum’ dedim. Resulullah (asm):

‘Allah’ım günahlarımı affet, ahlâkımı güzelleştir, bana helâl kazanç nasib et, beni verdiğin rızka kanaatkâr kıl ve beni haram kıldığın şeylere meylettirme’ 2 de buyurdu.”

Resulullah’ın ilmin kapısına öğrettiği bu duâdan da helâl lokma ve verilen rızka kanaatkârlığın önemini öğreniyoruz.

İnsan helâl rızkı için çalışmakla birlikte rızkına kanaat da etmeli. Çünkü göz hiçbir zaman doymaz, onu ancak bir avuç toprak doyurur. Unutmadan; rızık da mukadderdir, ne artar ne de eksilir. Hiç kimse başkasının rızkını yiyemez.

Helâl lokmaya kanaatkârlığın o kadar çok faziletleri var ki; işte ilk anda aklımıza gelenler:

Aile huzuru, kalp ve vicdan rahatlığı, duaların ve ibadetlerin kabulü, çocukların zekâveti (dünyevî, uhrevî), insanın yaratılış vazifesinden olan şükredenlerden olması vs. gibi insan mutluluğuna vesile olan başlıca unsurları barındırıyor.

İbadet, dua ve şükür ile kul Yaratıcısıyla konuşur, dertleşir, nazlanır, kendisini kendisinden daha çok seven Yaratıcısına sığınma hâlini derk eder ve eşref-i mahlûkluğunu bizzat yaşar. Yani Yaratıcısının var olan sevgisini, rahmetinin sonsuzluğunu hisseder. Bu halden uzak kalma insan için gerçekten büyük bir yıkımdır. Ne yediğinden içtiğinden zevk alır; ne de kalben, ruhen, vicdanen rahattır. Çünkü Yaratıcıyla arasındaki iman bağında geçici de olsa problem vardır ve şükürsüzlerdendir.

İNSAN BEDENİ HELÂLLE BESLENSİN Kİ MANEVÎAZALAR RAHAT ETSİN

Helâl lokma için çalışmak kalb, ruh ve vicdan başta olmak üzere manevî azaların gıdasıdır. Kalb ve ruhun hayattarlığına vesile olan manevî besinleri, asrın manevî doktoru Bediüzzaman Hazretleri şu şekilde ifade etmektedir: “hayat-ı kalbî ve rûhiye medar olan marifet-i İlâhiye ve muhabbet-i Rabbaniye ve ubudiyet-i Sübhaniye ve marziyat-ı Rahmaniye cihetiyle bu dünyadaki fâni ömür, bâki bir ömrü tazammun eder ve ebedî ve bâki bir ömrü intac eder ve bâki ve lâyemut bir ömür hükmüne geçer.” 3

İnsan Yaratanını tanıma, tanıdıkça sevme, O’nun mükemmelliğini anlayıp O’na kendisini sevdirmek için razı olacağı işleri yapmaya çalışması, ruh ve kalbin gıdalanmasına vesile olan bir enerjidir. Bu enerjiye ulaşmada ilk etap Allah’a olan imandır. Çünkü bir olan Allah’a imandan sonra onu tanıma, tanıdıkça mükemmelliğini görüp onu sevme ve kendisini ona sevdirmek için razı olacağı işleri yapma gayesine girer insanoğlu. Manevî enerjiye ulaşabilmenin ilk adımı Allah’a olan imandır. Diğer basamakları imanı kuvvetlendiren ve manevî enerjiyi arttıran unsurlardır.

“Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır.” 4 Hakaik-i İslâmiyeyi de şu şekilde tarif ediyor: “Hakikat-ı İslâmiyenin esasları, altı erkân-ı imaniye ile ve esas ubudiyet ki, İslâmın beş rüknü olan savm, salat, hac, zekât, kelime-i şehadet, mecmuunun hulâsasıdır.” 5 İmanın şartları ve İslâmın şartlarının özü olan hakaik-i İslâmiyeyi yaşamaya çalışan kişinin hayatının tek gayesi rıza-yı İlâhidir. Rıza-ı İlâhî için çalışmak da yukarıda söylediğimiz gibi manevî azalarımızın enerjisidir.

“Hem de ilim iki kısımdır: Bir nev’î ilim var ki, bir defa bilinse ve bir iki defa düşünülse kâfî gelir. Diğer bir kısmı ekmek gibi, su gibi her vakit insan onu düşünmeye muhtaç olur. Bir defa anladım, yeter diyemez. İşte ulum-u imaniye bu kısımdandır. Önümüzdeki Sözler ekseriyat itibariyle İnşallah o cümledendir.” 6 Nasıl ki insan bedeninin sürekli besin vasıtasıyla enerjiye ihtiyacı varsa, imanî ilimler vasıtasıyla da insanın manen enerji alması gerekmektedir. İmanî ilimler insanı Yaratıcısına iman etme, tanıma, tanıdıkça sevme ve kalben ruhen rahatlamaya dâvet eder. Bu dâvete icabet eden ibadet, şükür, dua, tefekkür gibi unsurlarla imanı kuvvetlenir. Manen rızıklanır ve maddî bedenini de helâl rızıkla beslemek için çalışır. Bu çalışma onun manevî rızık enerjisi olup maddî olarak da helâl rızkı elde etme hassasiyetini doğurur.

İnsan helâl rızık için çalışmayı terk ettiği anda manevî rızıktan, enerjiden mahrum kaldığı gibi maddî helâl rızıktan da mahrum kalır. Bu mahrumiyet onu eşref-i mahlûkluktan esfel-i safiline doğru çeken bir mıknatıs gibidir.

Sonuç olarak; bedenlerimiz bize verilen bir emanettir. Bizler manevî azalarımızın helâl gıdası olan imanî ilimlerle, İslâmın emirleriyle besleme çabasına girdiğimiz anda bedenimizin rızıkları da helâlleşecektir.

Allahım! Bedenlerimiz ve manevî azalarımız bize verdiğin bir emanettir. Bizler bu emanetlerini onlar için helâl olan rızıklarla beslemek zorundayız. Allahım, bizleri maddî ve manevî yönden helâl rızık endişesi taşıyanlardan eyle, son nefesimize dek manen ve maddeten helâlle rızıklananlardan eyle ki, iman ehli, ibadet ehli ve şükür ehli olarak huzuruna alınanlardan olma bahtiyarlığına nail olalım. Âmin.

Dipnotlar:

1- Camiü’s sağır, s. 1478, Yeni Asya Neş.

2- Muhtasar Hayatü’s Sahabe, M. Yusuf Kandehlevi, s. 460, Ravza Yay. 2000.

3- Lem’alar, Bediüzzaman Said Nursî, s. 22, Yeni Asya Neş. 1994.

4- Mektubat, Bediüzzaman Said Nursî, s. 27, Yeni Asya Neş. 1994.

5- Kastamonu Lâhikası, Bediüzzaman Said Nursî, s. 153, Yeni Asya Neş, 1994.

6- Barla Lâhikası, Bediüzzaman Said Nursî, s. 144, Yeni Asya Neş.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*