Katmerli İftira

Yalan ve iftira yüklü “mesaj”ları yazıp yaymakta bayraktarlık görevini eksiksiz şekilde sürdüren “din kisveli” şirretleşmiş bir grubun yazarları—sıtma nöbetleri nüksetmiş gibi—bize karşı yeniden saldırıya geçtiler.

En büyük, en sert saldırıları da, Üstad Bediüzzaman’a, Risâle–i Nur’a ve Nur Talebelerine yönelik.

Ama, bu kaçıncı saldırıdır, bu kaçıncı iftira kampanyasıdır yaptıkları; inanın sayısını belirlemek dahi neredeyse imkânsız. Yıllar yılıdır devam edip gidiyor bu böyle.

Esasında, bu grubun yalandan, iftiradan ve o­na buna sataşmaktan başka bir marifetleri, maharetleri de yok gibi. Zira:

1) “Türkiye’nin bağımsızlığı”nı isim yapmış bir partileri var; ancak, aziz milletimiz o­nlara yine de oy vermiyor. Seçimde aldıkları oy oranı, listenin en dip noktasında.

2) Aynı grubun bir televizyon kanalı var; ancak halkımız o­nu da seyretmiyor. Zira, parti reklâm ve propagandası dışındaki hemen bütün programlarda, yine iftira meltemleri, hatta yalan rüzgârları estiriliyor.

3) Yine aynı grup tarafından çıkarılan günlük bir gazete var ki, bunda da gazetecilik ahlâkından eser yok. Zira, gazete değil, adeta bir iftiranâme. Bu gazetenin hemen bütün “mesaj”ları, yalan ve iftira yüklü. Sayfalarda köşe tutmuş kalemler, sanırsınız ki, yalandan başka birşey bilmezler, iftiradan başka birşey yazamazlar.

Devamına hafız değiller

Efendim, konuyu uzatmaya ve bunların yalanlarına tek tek cevap vermeye hiç hacet yok.

Zira, çıplak hakikatleri getirip bu adamların gözlerinin içine dahi soksanız, o­nlara bir faydası olmayacak ve bildiklerini okumaya devam edecekler. Bunlar, bir yerlerden adeta emir almışcasına hareket ediyorlar.

Dolayısıyla, o­nlara cevap olsun diye değil, belki hak nâmına ve meselenin iç yüzünü öğrenmek isteyen hakperestlere yardımcı olmak adına, sadece bir tek konuyu izah ederek geçelim.

Müfterilerin “temcit pilavı”na çevirdikleri bir iddiası şudur: 1920 senesinde Müderrisin Cemiyetinin bir üyesi olan Bediüzzaman Said Nursî, öyle anlatıldığı gibi İstanbul ve Anadolu’yu işgal edenlere karşı gelmemiş, hatta gizliden gidip işgalci İngilizlerle anlaşmaya çalışmış…

Bunun için sığındıkları tek delil ise, aynı cemiyet adına İkdam gazetesinde çıkan ve Anadolu’daki “Millî Hareket”i karalayan Yunan ve İngiliz lehindeki bir beyannâme..

Müfterilere göre, güyâ bu beyannâmenin hazırlayıcıları arasında Said Nursî de varmış; dolayısıyla, bunun en büyük günâhı, vebâli de o­na aitmiş..

Biz bu katmerli iftiraya ve bu sunturlu yalana defalarca cevap verdik.

Meselâ, dedik ki: Evet, o beyannâmenin İkdam’da yayınlandığı tarihe kadar, daha başka alimler gibi Üstad Bediüzzaman da Müderrisin Cemiyetinin bir üyesidir. Bu cemiyetin medrese yoluyla ilme, eğitime hizmetten başka bir gayesi, hedefi de yoktur. Ancak, basın merkezini de kontrollerine geçirmiş olan işgalci İngilizler, bir yolunu bularak bu cemiyet adına bir bildiri hazırlatıp yayınlatıyor; cemiyeti kendi emeline âlet ediyor.

İşte, bu emrivâki üzerine, Müderrisin Cemiyeti çalkalanıyor. Hatta isim değiştirmek zorunda kalıyor: “Teâli–i İslâm” oluyor. Gazetete bir tekzip yayınlatmak dahi imkâsız; sansür var.

Bütün bu gelişmeler sebebiyle Cemiyet dağılıyor ve bazı üyeler ayrılıyor. Ayrılanların başında da hiç şüphesiz Üstad Bediüzzaman geliyor. Öyle ki, tam aksi yönde, yani hayatını tehlikeye atarak Anadolu’daki Millî Hareket lehinde bir beyannâme neşrediyor. (Bkz: “Tulûat” isimli eseri.)

Daha önce de, işgalcilerin yüzüne tükürürcesine gizliden neşrettiği Hutûvât–ı Sitte isimli eseri de bulunan Üstad Bediüzzaman, bu kahramanlıkları sebebiyle Ankara’da yeni kurulan hükümetin dikkatini çekiyor ve tebrik/taltif için Meclis’e çağrılıyor. Mükerrer dâvetten sonra gidiyor ve orada resmî “Hoşamedî” ile karşılanıyor.

Ama, gelin görün ki, bütün bunlar müfterilerin nazarında hiçbir kıymet ifade etmiyor. Bediüzzaman’ı sadece bir zamanlar Müderrisin Cemiyetinin üyesi olmuş biliyorlar, başka da birşey bilmiyorlar. Yani, meselenin gerisine hafız değiller. Tıpkı, meşhûr Bektaşî fıkrasındaki zavallı “namazsız” adam gibi…

Gerçekte, aklı başında olan her araştırmacı bulabilir ve bilebilir ki, Üstad Bediüzzaman’ın işgalcilerle asla ve kat’a bir yakınlığı, bir müşterek hareketi söz konusu değildir.

Ancak, niyeti başka olana siz ne anlatırsanız anlatın, neyi ispat ederseniz edin, yine de beyhude olur. Tıpkı, bir tek bu meseleyi bile müfrit müfterilere anlatamadığımız gibi. Zira, o­nların anlamak gibi bir kaygıları yok; bütün dertleri yalan uydurmak ve iftira savurmaktan ibaret.

Ne diyelim, Allah herkesin müstehakını versin.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*