Kavl-i leyyin

“Risâle-i Nur’un mesleği, nezihâne ve nazikâne ve kavl-i leyyindir.”
Bediüzzaman, 23. Lem’a, s. 420

Risâle-i Nur’dan öğreniyoruz ki, Nur Talebesinin temel özelliklerinden birisi de “kavl-i leyyin” imiş. Kavl-ı leyyin, yumuşaklıkla, tatlılıkla, efendice veya hanımefendice,  güzellikle davranarak ikna etmek, sevdirmek anlamlarını taşır.

Bu özellik esasen her Müslümanın imanının gereğidir. Zira İslâm, teslim olmayı gerektirdiği gibi selîm olmayı da gerekli kılar. Aynı zamanda karşımızdakileri de selâmette bırakmayı, ferahlatmayı da gerekli kılmaz mı?
Müslüman elinden, dilinden emin olunan kişidir. Eli ile zarar vermeyip faydalı olduğu gibi, dili ile de faydalı olarak başkalarına hilmde, yumuşaklıkta emsâl olandır. Bunu adeta hayatının tavır ve esası kabul ederek hayatını istikametlendirmelidir.
Efendimizin (asm) “Kolaylaştırınız güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz” tâlimâtıyla kolaylaştırmak ve müjdelemek gibi müsbet hareketlerinin altındaki hakikat uhuvvettir. Zaten bizim vazifemiz müsbet hareket etmek değil midir? O halde buyrun bu konuyu hayat düsturu olarak uygulamaya.
Uygulamak diyorum, zirâ tatbiki yapılmayan fiil ve fikirler ölmeye mahkûmdur. Yapılması mümkün olamayan veya olmayan fiil ve fikir hep teoride kalır. Gerçek hayatın atmosferini nefeslemeyen hayaller zevale mahkûmdur.
Kavl-i leyyin, eğitim ve öğretimde de fevkalâde müessirdir. Aynı zamanda evlâd terbiyesinde hayatî derecede lâzım bir hareket tarzının örneğidir. Esnafın tezgâhtaki malı satması için müşterisini ikna etmesinden, kürsüdeki hatibin dinleyicileri etkilemesine varıncaya kadar çok etkili bir davranış biçimidir.
Beşerî mizaç olarak asabî bir yapıya sahip olan Hz. Musa’yı (as), Rabbimiz, Fir’avuna tebliğ için gönderirken “kavl-i leyyin”i ısrarla tenbih eder. Mizacımıza münasip düşmese dahi, kavl-ı leyyinin yine de tâbi olmamız gereken bir ifade tarzı olduğu bu hâdiseden anlaşılıyor.
Yumuşaklık cennetin dâvetçisi olduğu gibi, sertlik de cehenneme itici bir hareket tarzıdır. Rabbimiz, Kur’ân’ında cehennemden ziyade cennetten bahsetmektedir. Risâle-i Nur’da, altı bin sahifelik cennet kokan rayihasına mukabil cehennemle ilgili sahifelerin çok daha sınırlı olduğunu görürsünüz.
Kalbimiz tatlı tatlı atarken dilimiz niye tatlı söylemesin? Öpülen eller-yanaklar yumuşak iken; bakan gözler, konuşan diller niçin yumuşak olmasın? Sert kartopunu değil de yumuşak karı seven çocuklarımız hiç de haksız değiller yani.
Allah, insanı yaratırken sert olan kemikleri yumuşak etlerle örterek fıtrî bir numune ortaya koymuştur.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*