KAYIP (LOST)

Image

Bugünlerde dünyayı kasıp kavuran bir dizi var: Lost (Kayıp).
Üç sezondur dünya televizyonlarında hatırı sayılır bir izlenme kitlesine sahip. Dördüncü sezon Amerikan televizyonlarında gösterimde (abc).
Dizi, bir uçak kazası sonrası adaya düşen bir grup insanın hayatını anlatır. Bu insanlar hayatta kalabilmek için mücadele verecektir.

Konu sıradan gibidir. Ama adada hayat mücadelesi veren insanlar aslında çok garip olayların içinde yaşadıklarını fark edecektir. Çünkü kazazedeler geçmişiyle hesaplaşırken, adada yalnız olmadıklarını fark edecektir. Garip olaylar bununla sınırlı değildir. Adaya önceden gelip yerleşen bir grup bilim adamı, bu insanları kobay gibi kullanacaktır.
Garip ve çarpıcı senaryosuyla şaşırtan finaliyle seyirciye daima “soru” sorduran bir yapım… En ufak detay kaçırılmaması gereken bir ipucu gibi, zekâ oyunu izler gibisiniz.
Adadan kurtulan kahramanlarımız ülkelerine geri döndüğünde aslında yine yalnızlık içinde olduklarını fark edecektir. Hatta, adaya geri dönebilmenin özlemi içinde olacaktır.
Modern hayatın getirdiği yalnızlık duygusu işte burada da kendisini gösterir. Çağımızın insanı kendisiyle baş başa kalmaya bile korkmakta ve ürpermekte.
Modernizm öncesi köy insanı dağda tek başına yaşayabiliyor, hayvanlarla koyun koyuna tek başına kalabiliyordu. Mırıldandığı türkülerle kendi özel hayatı arasında bağ kuruyor, tefekkür arenasında at koşturuyordu.
İnsanlar modern hayatla tanışınca korkusu kat kat arttı. Her şeyden önce kendisiyle yüzleşmekten korktu. Bir düşünün; hasbel-kader evinde yalnız mı kaldı? Hemen kendini yüzlerce televizyon kanalına teslim ediyor. Çünkü “bir lahza” baş başa kalsa kendine “ben kimim?” diye soracaktır.
Aslolan, “ben kimim, neciyim, nereden gelip, nereye gidiyorum” diyebilmek ve bu korkularımızla yüzleşebilmektir.
Ve kendimizi yalnızlık adasında kaybetmeden, nereye gideceğimizin şuuruyla yüzleşebilmektir vesselam.

SİZ KAÇ KİŞİYDİNİZ?

Bugün Gazetesi’nin sahibi Kanaltürk’ü satın almış. Kanaltürk söylendiği gibi “ulusalcıların” kalesiydi.
Bu kale düştü!
Kanaltürk’ün başındaki adam Tuncay Özkan’ın savunmasına bakar mısınız? Diyor ki:
“Kanaltürk’ü Cumhuriyetçi bir grup istedik de vermedik mi?”
Öyle ya…
Bu söz bir fıkrayı hatıra getirdi:
Cimrinin biri suya düşmüş. Ahali kurtarmak için toplanmış. Topluluktan biri iki büklüm eğilerek elini uzatmış ve adama “Ver elini, ver elini” diye bağırmaya başlamış.
Nafile… Adam elini vermiyor. Ama boğulmak üzere… Ne yapsınlar?
Nasreddin Hoca gelmiş olayı kavradığı gibi hemen ırmağın kenarına gelerek eğilmiş ve elini uzatarak, “Al elimi, al elimi” demiş. Boğulmakta olan adam, Hoca’nın elini bir çırpada kapmış ve suda boğulmaktan kurtulmuş.
Merak edip soranlara Hoca şöyle demiş: “O adam cimrinin tekiydi… Vermeye değil, almaya alışkın.”
Kıssadan hisse: Ulusalcılar geçinenler vermeye değil, almaya alışmış!

GÜNÜN SÖZÜ:

“Çok konuşan, az iş yapar.”

Schiller

Image

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Lost dizisine farklı bir açıdan yaklaşmışsınız. Filmde Iraklı Müslüman Sayid karakterini de başka bi yazınıza konu alsanız fena olmazdı..

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*