Kelimelerin ucu: Gül mü, diken mi?

Dostlara, ihvanlara karşı kullanılacak söz ve kelimeler leyyin olmalı; yumuşak, okşayıcı, mülâyim olmalı.

İlâhî mesajda, böyle olunması emrediliyor: “Ruhemâu beynehüm.” Yani, aranızda merhametli olun, birbirinize şefkatli davranın.
Üstad Bediüzzaman’ın Lâhikalardaki üslûbu, bu İlâhî hakikatin harikulâde bir tezahürüdür: “Aziz, sıddîk, halis, muhlis, fedâkâr, cefakâr, civanmert… kardeşlerim!”

 

Kur’ân’ı rehber edinen aynı Üstad’ın, bir de din ve mukaddesat düşmanlarına karşı kullandığı sert ve keskin bir üslûp ve ifade tarzı var ki, bunun örneklerini de Müdafaalarda görmek mümkün: “Ey dini dünyaya satan bedbahtlar! Ey sahtekâr hamiyetfürûşlar!.. Yapacağınız varsa, göreceğiniz de var!” gibi…
Demek ki, kudsî kaynaklarda beyan edilen ölçü budur: Dosta karşı mülâyemet ve muhabbetli bir lisân; düşmana ve hasseten zalime karşı sert ve huşûnetli bir üslûb–u beyan…
Kelimelerin kökleri aynı olsa bile, ekleri farklı yapmak yine de mümkün.
Yani, aynı kökten gelen kelimelerin ucuna diken takılabileceği gibi, aynı kelimenin ucunda güller de açtırılabilir.
Bu noktaya dikkat edilmediği takdirde, hatlar karışabilir.
Dosta karşı sarf edilecek üslûp, muhabbeti ziyadeleştirici bir kıvamda olması gerekirken, dikkatsizlik ve patavatsızlık sebebiyle, aksi yönde bir tesir uyandırabilir.
Bazı kimseler vardır ki, kendini bir türlü düzeltemiyor, alışmış olduğu konuşma tarzını bir türlü ayarlayamıyor.
Haliyle, kırıcı olmaktan da kurtulamıyor.
Muhatabıyla hangi konuda konuşsa, neyi anlatsa, yine de kelimeleri diken gibi kullanıyor.
Dili ısırganotu ve kelimeler de diken gibi incitici, kanatıcı olunca, haliyle dost çevresi gitgide azalır, etrafında kimsecikler kalmaz olur.
Bu da ona ceza olur, azap verir.
İşte, böylesi durumlara düşmemek için, diline mukayyet olmalı ve kelimeleri dikkat ve itina ile kullanmalı.
Bunu beceremeyen kişinin susmasında, kendini tutmasında hayır vardır.
Kişi, illâ da her yerde konuşmak veya konuşulan her meselenin üzerine atlamak zorunda değildir.
Ne diyor Hz. Mevlânâ: “Yerinde konuşmasını bilmiyorsan eğer, sus ki seni adam zannetsinler.”
Ne güzel, ne kadar manidar bir ifade..,
Evet, yerinde söz söylemesini bilmeyenler, bilmediği konuda habire konuşup ahkâm kesenler, kendi çiğliklerini, kifâyetsizliklerini, basitliklerini ortaya koymuş olurlar.
Dahası, bir konuda bilgisi kıt olduğu halde çokça konuşan kişi, bir anlamda iflâsını ilân etmiş oluyor.
Müflis tüccar durumuna düşmekten şiddetle kaçınmak lâzım.
Herkesin kendi bilgi ve kapasitesi dahilinde konuşmalı, haddi hududu aşmamalı ki, zamanla kabiliyeti gelişsin, tekâmül etsin.
Bunun için de, sabır, sebat, gayret göstermek, tahammül ve teenni ile gitmek, bilmediği konularda da işin ehli olan kimselere danışmak lâzım.
Ne demiş ecdadımız: “Danışarak giden, yüce dağdan aşmış; danışmadan giden ise, düz ovada yolun şaşırmış.”
Hülâsa: Güzel konuşmayı öğreninceye kadar susmayı tercih etmeli. Zira, güzel sözlerle konuşmayı, muhabbet lisânını kullanmayı yeni baştan öğrenmek çok zor değildir. Lâkin, dost meclisinde bile kırıcı, incitici şekilde konuşma tarzına alışan bir kimsenin, bu yanlışını düzeltmesi hiç kolay değildir.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*