Okuyucularımız, editörümüze gönderdikleri notlarında yalnızca derdi anlattığımı söylemişler. Çareden, dermandan ve çözümden bahsetmemi istemişler.
Sitemizin takipçileri ariftirler… Bu ülkede tanımı yapılmamış Kemalizm’in tam yüz senedir her güzelliği engellediğini bilirler. Müşteki olduğumuz Kemalizm’in panzehrinin demokrasi olduğunu da bilirler.
Önce maneviyat mı, yoksa demokrasi mi?.. Veya önce adalet mi, demokrasi mi? Hatta önce refah mı, demokrasi mi diye soranlara; elbette önce demokrasi diyoruz. Başka ülke ve milletlerde istibdadın tanımı farklı olabilir. O coğrafyanın kültürü, insanları, öncelikleri, stratejik konumları ve inançları tanımlarını değiştirebilir.
Bizde öyle değildir. Rahat ve basitçe Kemalizm’i istibdatın manası olarak sözlükte kullanabilirsiniz… Tanımlar farklılaştıkça, zihinler de çatallaşır. Tanımlar derli toplu olunca, meseleyi anlamak da kolaylaşıyor…
Türkiye’mizde Kemalizm’in tanımını siyasetle uğraşan dini cemaatler, elbette ırkçı milliyetçilerden farklı yapıyorlar. Milliyetçiler M. Kemal’e Bozkurt nazarıyla bakıyorlar… Solcularınkisi daha başka… M. Kemal’i Lenin gibi bir devrimci kabul ederler. Buna delil ise, kısa zamanda yaptığı devrimlerdir. Siyasetçi cemaatlerin M. Kemal’i ise; çok milli, muhafazakâr ve hatta dindar… Onu manen partilerinin üyesi bilirler…
Fakat bütün bu Kemalistlerin bir araya geldikleri demokrasi düşmanlığı ortak paydası, onların demokrat olmadıklarını ve doğrudan doğruya istibdadın yanında durduklarını herkese gösterir.
Kemalizm’in bir özelliği ise, kendi elleriyle dizayn ettiği muhaliflerinin yardımıyla istibdatlarını devam ettirebilmesi… Bunun örnekleri o kadar çok ki…
M. Kemal’in yakın çevresini ortadan kaldıran İzmir Hadisesi… Serbest Fırka hadisesi… Bütün Kürt kalkışma hareketleri ve katliamları… Pilavoğlu ve Ticani meselesi… Türkeş’in sekreterliğini yaptığı 27 Mayıs ihtilâli… 12 Mart Muhtırası… 12 Eylül Projesi… Marksist Kürtlere ülkenin Doğusunda verilen vazifeler… 12 Eylül’e 1997’den sonra yapılan balans ayarları… Refah’ın ak saçlılar ve yenilikçilerle ortadan ikiye parçalanması… AKP’nin bütün detaylarıyla icraatları… Ve nihayet Kemalistlerin lütuf olarak gördükleri 15 Temmuz…
Kemalizm’in sıradan bir istibdat ve demokrasi karşıtı model olmadığını, okuyucularımız biliyorlar. Türkiye tarihi ve coğrafyası dışında, böyle bir yapıya rastlamak mümkün değildir.
Bu ülkede; dini cemaatler, din arka plânlı siyasi partiler, ideolojik cepheler, bürokrasi ile ekonomik çevreler ve bizi çok sevdiklerini iddia eden küresel demokrasi düşmanları ortak paydada bir araya gelince; millet olarak yalnız başımıza bu istibdadı kaldırıp demokrasiyi getirmemizin zorluğu kendiliğinden açığa çıkıyor, değil mi?
Gözümüzün önüne, günümüz Türkiye’sinin siyasi geniş tablosunu getirelim. Hem AKP’den şikâyet ediyoruz, hem de demokrasiden kaçıyoruz. Ve biliyoruz ki, mevcut kötü ve münafık idarenin alternatifi yalnızca demokrasidir.
AKP’den kim şikâyetçi… Sol şikâyetçi… Bir kısım milliyetçiler şikâyetçi… Ulusalcılar şikâyetçi… Liberaller şikâyetçi… Aleviler şikâyetçi… Militan devletçiler (Ümit Özdağ) şikâyetçi… Kürtçüler şikâyetçi… Masonlar şikâyetçi… Sözde demokrat geçinen ve Kemal’i dokunulamaz tabu kabul edenler şikâyetçi…
Yani muvafıkı, seveni ve taraftarı olmayan bu AKP’yi iktidarda tutan kuvvet nedir, sizce… Bana sorarsanız, milletçe ne idüğü belli olmayan Kemalizm. Bu yapının (yani benimsedikleri Kemalizm’in) diktatörlüğe, istibdada, rüşvete, istismara ve dış müdahalelere sebep olduğunu söylerseniz; yukarda isimlerini saydığımız tüm sosyal yapılar size itiraz edeceklerdir.
Peki demokrasi nedir? Milli beraberlik değil mi? Milletin hür iradesi değil mi? Bağımsızlık değil mi?
Bütün bu ictimaî heyetlerin demokrasiden kaçmalarının gerçek sebepleri ise; Kemalizm’in onlara verdiği roller, rüşvetler, korkular, çatışma odaklı nifaklar, geçmişte yaptırdığı kirli işler ve gelecek korkuları değil mi?
Hürriyet öyle ulvi bir değerdir ki; insanı hayvan olmaktan kurtarıp yaratıcısının huzurunda kul mertebesine çıkarıyor. Hatta hürriyetleri düşmanlarınca vahşi bir şekilde gaspedilmiş kullarını, Allah musibetzede kabul edip, bazı ibadetlerin yükünü bu mazlumların üzerinden alıyor… Hacc, Kurban, Cuma ve başka ibadetler… Fakat kulunun, istibdadı hiçbir zaman kabullenmemesi şartıyla… İmkânı nisbetinde hürriyetine doğru yürüme gayreti içinde olmasını istiyor. Demokrasi yokluğunu, iliklerinde hissederek yaşayarak…
Bizim durumumuz böyle mi… Çaktırmadan hürriyetimizi katleden Kemalizm’le barışmışız. Teselli olsun diye, başkalarının mahkûm hallerini tembelliğimize delil gösteriyoruz. Demokrasi aşkı ne duygularımızda, ne hayatımızda ve ne de rüyalarımızda –asla– yer almıyor. Üzerimizdeki o pis istibdat örtüsünün, beklenmedik bir rüzgâr ile uçup gitmesinden korkuyoruz.
Ve sonra… Sonra da hükümetler aleyhinde konuşup hürriyetperver olduğumuzu iddia ediyoruz… Kim inanır ki…
EURONUR.TV´DEN KONU İLE İLGİLİ BİR VİDEO:
Benzer konuda makaleler:
- Müflis Proje: KEMALİZM
- Terörün çözümü Bediüzzaman’da
- Said Nursî ve milliyetçilik
- İslam ve Demokrasi
- Mehmet Kutlular: Bir nur talebesinin siyasetteki istikameti
- Peygamber efendimizin iletişim tekniği
- “Bandrol” emr-i vakisi ve Risaleleri tağyir ve tahrif…
Hiçbir şey kendiliğinden gelip gitmediğine göre, demokrasi de bedel ister…
Doğrusu bu kadarını düşünememiştim. Yazıyı okuyunca, toplumun tanımını yapamadığı ve yüz seneye yakındır mengenesinde her gün ıstırapla kıvrandığı bu meseleyi halletmeden bir başka güzel ulaşmamız zor görünüuyor.
Serapa mantıklı ve doğru bilgiler.
Azıcık düşünmek yetermiş.