Kemalizmin bir fitnesi de Müslümanları ayrıştırmaktır…

Bandrol fitnesinin ilk günlerinde de Yeni Asya bu hususa dikkatimizi çekmişti.

1922’den itibaren müşahhaslaşmış bir hasımlaşmanın bizde oluşturduğu hassasiyetin refleksi olarak da kabul edilebilir. Fakat zaman ve hadiseler bunun bir duygudan ibaret olmadığını, Kemalizmin inceden inceye dokuduğu habis bir ağ olduğunu gösteriyor. Tetikçi ve alet olanların “dindar” olmaları, çoğu avama buna hayır dedirtebilir. Fakat Kemalizmin mahiyetini bilenler, şu dessasça tiyatroyu hayatlarında çokça seyrettiklerini hatırlayacaklardır.

Ayrıştırarak Müslümanları birbirine düşürmenin, “ahirzamandaki dinsiz cereyanların oyunu” olduğunu Risale-i Nur’dan okuyanlar, Türkiye dışındaki Müslümanların başlarına gelmiş felâketleri de gösteriyorlar: Selefi, Şia, Boko Haram, Arap baharı, Irkçılığa dayalı ayrışmalar, mezhep kavgaları ve nihayet ikinci Avrupa’nın gönüllü terör ordusu IŞİD… Bütün bunların ayrışması, olgunlaşması ve çatışmaya dönüşmesi için harcanan emekleri ve sarf edilen paraları merak edenler, Batıda ve bilhassa Amerika’da çokça kurulmuş ve bir kısmı vazifelerini bitirdikten sonra isim değiştirmiş Brookings, Amerikan Yüzyılı ve Hürriyetler Evi gibi enstitüleri ve daha sonra buradaki senaryoları realize eden neocon ve neoliberal destekli hareket ve çalışmaları dikkatlice incelesinler. Biz bu yazımızda projektörü ülke içine tutmaya çalışacağız.

Türkiye’deki Nurculuk hareketini medyada takip edenler, yakın geçmişte Sabah gazetesinde neşrolmuş “Bediüzzaman Said Nursî’den Fethullah Gülen’e Nurculuk Hareketi” yazısını iyi hatırlarlar… Yazı her ne kadar Hulusi Turgut ismiyle çıktıysa da en önemli organizatörlerden birisi Said Yüce idi. Yeni Asya’nın Ankara bürosunda yıllarca çalışmış birinin bugün paralel yapı olarak itham edilen bir cemaati o günlerde öne çıkarmaya çalışmış olması, çok Nurcuların garibine gitmişti. Bugünlerde aynı ismin, dinî cemaatlerdeki bazı iç sıkıntıları deşifreden zevk alan “dindar” bir gazetede bandrol üzerine fikir beyan etmesi bizim için mucib-i dikkat oldu. İnsanların uygun gördüğü siyasî kadrolarla çalışmalarını, onlardan destek görmelerini ve onlar için önemli vazifeler görmelerini herkes gibi normal karşılarız. Fakat mesele Risale-i Nur Talebelerinin ayrışmasını hedefleyen bandrol olunca, düne kadar yükselttiği bir cemaati hedef almış bir ekipte çalışıyorsa ve Bediüzzaman’ı hayatında ziyaret etmiş ve talebeliğinde az çok bulunmuş olan zatlara olan yakınlığını bu projede hükümet lehine kullanıyorsa durum değişir. Teknoloji harikalarının incelip detaylanması nisbetinde, Kemalistler devrimlerini, nifaklarını ve ayrıştırma operasyonlarını derinleştirerek halkın takip edemeyeceği pozisyonlara sokmuşlardır. 27 Mayıs ve 12 Eylül ihtilâllerini karşılaştıranlar, büyük ihtimalle 27 Mayıs’ı dehşetli bulacaklardır. Fakat Kemalizm, sokağı ayrıştırıp birbiriyle çarpıştırarak tam 5 bin gencin kanıyla “ihtilâlin zakkum ağacına” su taşıyacaktı. Ve 12 Eylülden sonra zamana yayılarak katledilen insanların sayısı maalesef 10 bini geçmiştir. Faili meçhuller… Zindanlarda vefat edenler… Sorgulamalarda infaz edilenler ve daha niceler… ve ülkenin tam 40 senedir doğusunda akan kan ve zayi olan emval…

28 Şubat’ı Kemalizm adına bayraklaştıran sabık genelkurmay başkanlarından Kıvrıkoğlu bu menhus post-modern darbenin bin sene devam edeceğini beyan etmişti. Kemal Gürüz’ün ifadesi ile 28 Şubat, 12 Eylül’ün tatbikinden başka birşey değildi. Şimdi 28 Şubat’ın bir neticesi olan AKP‘nin de netice itibarıyla Kemalizm adına “ ayrıştırmalara” devam ettiğini görüyoruz. Dışarıdan neocon- neoliberal ittifakının ve içerden Kemalistlerin temsilciliğini yaptıklarını yüzlerce beyan ve icraatıyla ortaya koyan bir ekibin “siyasal İslâm” hareketinden gelmiş olması, maalesef Kemalizmin işini kolaylaştırıyor.

EY NURCULAR, DİKKAT EDİNİZ!

Risale-i Nur’un birçok yerinde ahirzaman dinsizliğinin “nifakla” başa geçeceğini ve hükmünü devam ettireceğini okuyoruz. Bugüne kadar da -bilhassa 12 Eylül’de- yüzlerce örneğini yaşadık. Bugün yeni bir tezgâhla karşı karşıyayız. Hatırlarsanız 12 Eylül’ün generalleri “ülkeyi komünizme teslim olmaktan ve bölünmekten kurtarmak” üzere gelmişlerdi. Aynı devlet bugün de çok sevdiği ve benimsediği (!) Risale-i Nur’u, “Fethullah Hoca’dan kurtarmak” üzere tekeline alıyor… Tekel’e de “kamuya mal etme” namını veriyor. Risale-i Nur’un Kemalizmle Anadolu sahnesinde ve hatta Avrupa’da yaptıkları dehşetli hayati mücadeleleri bilmeyen, Kemalizmin mahiyetini Risale-i Nur’dan okumayan ve AKP’nin de Kemalizme ne denli teşne olduğunu görmeyenlere bu olayın dehşetini nasıl anlatabiliriz ki!

Bu fitneye karşı Nurcuların bugünlerdeki en büyük vazifesi Risale-i Nur’u kendilerine bir program olarak kabul eden herkesle kenetlenmeleridir. Tesanüd hakikatini fiilen göstermeleridir. Zübeyir Gündüzalp’in deyimiyle ağızlarına fermuar çekip ayrıştırmacılara karşı susmalarıdır. Dâvâlarından zerre miktar taviz vermeden demokratik mücadelelerine ahlâkî sınırlar içinde devam etmeleridir. Bilhassa sosyal medyadaki boşboğazlara gülüp geçmeleridir. Buradaki tuzağı incelerken hangi aldatılmışın hangi cephede nasıl yazdığını susarak ve ibretle seyretmeleridir. Yoksa Kemalizm buradan da bir rant çıkarmaya çalışıyor, aman ha dikkat!

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*