Kemalizm’in gölgesinde Risale-i Nur’a bandrol yasağı

En son yazımızda “AKP Kemalizmi devam ettirmektedir.

Yaptığı tek uygulama ise devlet kadrolarındaki ve mühim noktalardaki şahısları değiştirmiş olmasıdır. Yanlış anlaşılmasın M. Kemal’i sevmemek ayrı, Kemalizm’in ömrünü uzatmak ayrı. Çokları var ki; iyilik zannıyla fenalık yapıyorlar.” şeklinde bir tesbitte bulunmuştuk. Bunun bir nev’î tescillenmesi ise yazımızdan bir müddet sonra Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı seçimi çalışmalarını Samsun’dan başlatmış olması oldu.

Prof. Dr. Mehmet Altan’ın da dikkat çektiği kısım ise önemli: “Türkiye’deki Kemalizm ve siyasal İslâmcılığın ortak yanı, zıtlıklarından daha baskın. İkisinin de ortak yanı otoriter ve totaliter oluşları.

AKP’de bu ve buna benzer hadiseleri görmek mümkün. “Yapılacaksa, biz yaparız.” sloganı da aslında ortak yönlerden biri. Bugünkü yazımızda ise bir noktaya daha temas etmeye çalışacağız: Risale-i Nur’un neşri meselesi.

İşaratü’l-İcaz’ın ilk olarak matbaada basılması ile başlayan tarihçe tek düze halinde devam etmiyor. Önce 1928’de yapılan Harf İnkılâbı ile birlikte Kur’ân harflerinin yasaklanması ve ardından dinî eserlerin telifine getirilen yasakla, Risale-i Nur’un yasaklı kitaplar listesine konulması gibi hadiseler Risale-i Nur’un neşri aşamalarında hep varolagelmiştir. Dikkat çekici husus ise; 1974 yılında kurulan MSP-CHP koalisyon hükümeti döneminde Millî Selamet Partili milletvekili ve İçişleri Bakanı ‘Oğuzhan Asiltürk’ imzasıyla yasaklı kitapların toplanması için gönderilen yazıda da Risale-i Nur Külliyatından Hanımlar Rehberi’nin bulunmasıdır. Siyasal İslâm geleneğine sahip MSP’nin Risale-i Nur’ların yasaklanması adına attığı bu adım Kemalizm’in vesayetini yeri geldiğinde kullandığının bir göstergesidir. Aynı geleneğin devamı olan AKP hükümeti ise bugün Risale-i Nur’un basımının devlet tek eline alarak, kendi kontrolü dâhilinde yayın yapılması adına çalışmalar yürütüyor. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri; “Risaleler umumun malıdır” dediği halde Risaleler tekelleştirilmeye çalışılıyor.

Hatırlayacak olursak Cumhuriyetin ilk yıllarına; lâdini bir devlet kurma girişimlerinde M. Kemal’in karşısına çıkan en büyük engel din adamlarıydı. Bunu aşabilmek adına 1924 yılında Diyanet kurularak rejimle barışık ve hatta rejimin propagandasını yapan din görevlileri yetiştirilmeye başlanmıştı. Bugün de AKP hükümeti dînî her gruba aynısını uygulamaya çalıştığı açık bir gerçektir. ‘Eğer benimleyseniz ve benim propagandamı yapıyorsanız, buyurun dinî hizmetlerinizi de izin verdiğimiz ölçülerde yapmaya devam edin.’ anlayışı hem Kemalizm hem de siyasal İslâm’ın ortak yönlerinden biridir. Bu manada Kütahya Bağımsız Milletvekili İdris Bal’ın, TBMM Başkanlığına sunduğu ve Başbakan Erdoğan’ın cevaplandırmasını istediği yazılı soru önergesinde, “Risale-i Nur eserlerinin basımını devlet tekeline alarak, Yeni Asya kolu başta olmak üzere, Nurcu grupları baskı altına almaya çalışıyor musunuz?” sorusu da önemlidir. Risale-i Nurların güya koruma altına alınıyor oluşu kendi çatısı altına alma girişimi değil de nedir?

Devletleştirilen Nurculuk

Devlet henüz Kemalizm’den kurtulmuş değil. Haliyle yapılacak uygulamalar da Kemalizm çamuruna bulanarak ortaya çıkmaktadır. Risale-i Nur’ları (güya) devlet koruması altında olacak diye reklâm yapanların da ıskaladıkları nokta burası. Risale-i Nurları Kemalizme teslim etmeye çalıştıklarının hâlâ farkında değiller. Mevcut yasalar ortadayken Risale-i Nurların bütün bölümlerinin açıkça yayınlanmasına imkân var mıdır? Peki, yoksa ne yapılacak? Cevap belli törpülemeye gidilecek, tıpkı ‘put’ kelimesinin rahatlıkla ‘pot’ yapılması gibi. Neticede ise şahsî ve keyfî uygulamalara Risale-i Nur tabi tutulacaktır. Ve en önelisi Genel Yayın Müdürümüz Kâzım Güleçyüz’ün de dediği gibi; “Devletleştirilen bir Nurculuk, Risale-i Nur’a yönelik Kemalist tahrifat girişimlerini de kaçınılmaz bir şekilde beraberinde getirmez mi?”

Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerine M. Kemal’in tekliflerini “neden kabul etmedin?” diye sorduklarında verdiği cevap da manidardır: “Eğer o teklifi ben kabul etseydim, hiçbir şeye âlet olamayan ve tâbi olmayan ve sırr-ı ihlâsı taşıyan Risâle-i Nur meydana gelmezdi.” Evet, çok önemli bir husus ki; Risale-i Nurlar hiçbir şeye alet edilemez ve de tabi olamaz. Öyleyse, devletleştirilen her şeyin ‘tabi olma zorunluluğu’ ne tez unutuldu? Bu uygulamanın neticesi bir tabi olma zorunluluğunu da beraberinde getirmez mi?

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*