“Kemalizmle İslâmı barıştırma!” (1)

Türkiye’de “Kemalizmle İslâm’ı barıştırma projesi”nin son sekiz yılda AKP üzerinden yürütüldüğü, dıştan içe birçok örnekle ortada.

Esasen daha işin başında yıllardır içinde siyaset yaptığı ve siyasî temelini teşkil eden siyasî zihniyetin gömleğini çıkaran “değişim” ve “dönüşüm”le “yenilikçi parti” AKP’nin kuruluşunda aynı niyet tezâhür etmişti.

Partinin felsefesi, “bir yandan Kocatepe Camii diğer yandan Anıtkabir” olarak simgelenmişti…

Peşinden 2002 seçim programında,“Atatürk’ün öncülüğündeki inkılâp ve reformlar”dan dem vurulmuş; “Atatürk ilke ve inkılâpları”nın “toplumun ortak paydası” nitelendirilmişti.

Son “kapatma dâvâsı”nda “devrimlerin milletin onayıyla gerçekleştiği” yakıştırması yapılmış; Erdoğan, “Atatürk ilkelerini, birleştirici, milletimizin bütün fertlerini kucaklayan bir mutâbakat zemini haline getirme” iddiasında bulunup bu hususta gayret gösterdiklerini dile getirmişti.

Daha sonra “Obama’dan çok Bush’a benzediler” atışmasında Erdoğan, “İllâ birine benzetecekseniz Atatürk’e benzetin” demiş; “Modernleşmede en büyük liderimiz Atatürk’tür; onu aşmanın değil, örnek almanın gayreti içindeyiz” görüşünü serdetmişti…

Devam eden süreçte defalarca AKP’nin “Atatürk’ü ve devrimleri”ni rehber alan “dünyevîleşme ve dünyevîleştirme” çizgisi pervâsızca vurgulandı.

Bazı kabine üyeleri ve parti sözcüleri, “Atatürk’ün heyecan ve enerjisiyle birlikte devrimlerinin kendilerini en çok etkilediğini” söylediler. “Devrimlerin sonraki nesillere telkini”nden söz ettiler…

“EN BÜYÜK ATATÜRKÇÜ PARTİ”!

Kısacası AKP’nin ısrarla “Atatürkçülüğü sahiplenme” hevesi, daha bâriz bir biçimde açığa vuruldu.

CIA’nın Ortadoğu ve İslâm ülkeleri uzmanı ve Türkiye (eski) şefi Graham Fuller’in yeni “Yeni Türkiye Cumhuriyeti” kitabında “Kemalist Türkiye, Müslümanlar ve özellikle Araplar ile Türklerin kadim bağlarının tümüyle reddini temsil etmektedir” tanımıyla belirlediği “din dışı çağdaş devlet projesi” olan Kemalizm, her fırsatta “izlenecek yol” ve “tâkip edilecek vizyon” olarak lanse edildi.

İktidar partisi temsilcileri, sık sık “AKP’nin Kemalist misyona talip olduğunu” yinelediler. AKP’li bakanlardan Egemen Bağış ve Faruk Özak, “En büyük Atatürkçü bizim parti” görüşünü tekrarladılar. Kültür Bakanı Günay, hükûmetin “açılım” projesini “Atatürk devrimlerinin devamı” olarak tanımladı…

Başbakan Yardımcısı Arınç, “Atatürk milliyetçiliğine bağlıyım. Atatürk yaptığı devrimlerle bu ülkenin çağdaş uygarlık düzeyine ulaşması hedefini gösteren kişidir; mirâsına sahip çıkacağız” sözüyle partinin hedefini âşikâr etti.

AKP Grup Başkanvekili Kapusuz, “Toplumun gerçek anlamda Atatürk’le sorunu yok. Bizim kesimde Atatürk çok müspet değerlendirilir” ikrarında bulundu.

Bu arada Cumhuriyet devrinin bir klâsiğine başvuruldu. Bizzat Erdoğan tarafından İnönü’nın bıyıkları Hitler’e benzetilirken, tek parti devrindeki bütün inanç, hukuk, demokrasi dışı baskıları, hak ve hürriyetleri katleden cebrî ve keyfî uygulamaları, zulümleri İnönü’nün üzerine yıkıp M. Kemal ve Kemalizm âdeta temize çıkarılmaya çalışıldı…

GARÂBETİN SON TEZÂHÜRÜ…

Aslında Erdoğan’ın bilhassa “açılım” propagandasında Kemalist ideolojiyi amaç edinmiş ve mâneviyat dünyasıyla hiçbir alâkası olmayan, dahası inanç ve mânevî değerlere karşı mücadele eden seküler isimlerle bu ülkenin “mâneviyat önderi” Bediüzzaman’ı yan yana zikretmesi, sözkonusu çelişkili çarpıklığın kırılgan fay hattını açığa çıkardı.

En son AKP İstanbul İl Başkanı Babuşçu’nun, “Türkiye M. Kemal’i de kucaklamalı, Said Nursî’yi de… Bunlar bizim değerlerimiz. Kendini ifâde eden bütün değerlerle barışık olmalı. Hesaplaşmayı bitirmeli” cümlesi, bu garâbetin son tezâhürü. (Akşam, 21.7.2010)

Kendi ifâdesiyle “tecrübe ve deneyimleri”yle “daha fazla demokrasi” ve “Türkiye’nin o derin hantallığından kurtulması” ve “hesaplaşmanın bitirilmesi” için “dinden tecrid”le dünyevileşmeyi program edinen “izmler”le İslâmî esasları esas alan değerleri barıştırma hevesine girmesi, AKP’nin baştan beri saplandığı çıkmazı ortaya koyuyor.

Ve bütün bunlar, Erdoğan’ın mâlum atıflarıyla bir araya getirildiğinde, AKP’nin de tıpkı içinden geldiği Millî Görüş partileri gibi tek parti devrine yönelik eleştirilerini hep 1938 sonrasıyla sınırlayıp esas “devrimler”in ve “icraatlar”ın plânlanıp dayatıldığı dönemi ve “Atatürkçülüğü” koruyup kollamasının arkası anlaşılıyor.

Oysa Graham Fuller’in “Kemalist Türkiye, İslâmın bir din olarak aşağılanmasını” ve “Müslüman gücünün zayıf düşürülmesini temsil etmektedir” sözleri, tek parti döneminde cebrî ve keyfî yöntemlerle lanse edilip tatbike konulan “laisizm”in ana omurgasını oluşturduğunu açıklıyor…‘

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*