“Kucağında üç yaşında bir seyyid;
Adı Abdullah!
Ve bir ok, Abdullah’ı boğazından vuruyor
Hz. Hüseyin, kanla dolan avuçlarını yere boşaltıyor
‘Yâ Rab!’ diyor.
‘Bize göklerden yardım etmeyeceksen,
Hakkımızda ondan daha hayırlısını ihsan et.’
Hicretin altmış birinci yılı
Muharrem ayının onu…
Bir şehit var Kerbelâ’da
Tam otuz üç mızrak yarası,
Otuz dört kılıç yarası
Ey Muhammed’im nerdesin nerde?
Hüseyin’in başı bir yerde; gövdesi bir yerde!
Bu Hz. Zeyneb’in feryadıdır dedesine…”
Şiir böylece devam ediyor. Keşke yerimiz müsait olsa da tamamına yer verebilseydik. Mutlaka okunması gereken bir şiir, baştan sona. Bu arada sevgili kardeşim Ertuğrul Erkişi’nin Minik Duâlar Grubu ile okuduğu “Ali candan geçti O’nun uğruna” diye başlayan o duygulu bestesini de dinlemek lazım.
Bu acı hadiselerin zahiri yönü böyle olmakla birlikte hikmet boyutunu elbette Cenâb-ı Hak bilir. Bediüzzaman Hazretlerinin Risâle-i Nur’da muhtelif yerlerde temas ve izah ettiği üzere zahiren bize acı veren, izahta zorlandığımız bu hadiselerin elbette bir de manevi ve hikmet yönü var. Mesela 4. Lem’a nın 4. nüktesinde yer verdiği üzere “… Hem Hz. Ali’nin (r.a.) zâtında temessül eden şahs-ı mânevî-i Âl-i Beyt ve o şahsiyet-i mâneviyede veraset-i mutlaka cihetiyle tecellî eden hakikat-i Muhammediye (a.s.m.) noktasında muvazene edilmez. Çünkü orada Peygamberimizin (a.s.m.) Aleyhissalâtü Vesselâmın sırr-ı azîmi var. Cenâb-ı Hak bizi de onların şefaatlerine nail eylesin inşallah.
Kerbelâ İlâhisi
Güfte: Seyyid Nesîmi
Beste: Hüseyin Baba
Makamı: Neveser Nefes
Âlem yüzüne saldı ziyâ Âl-i MUHAMMED
Seyfin çâk edip geldi yine Âl-i MUHAMMED
Nâdan ne bilir dâna bilir Âl-i MUHAMMED
Ve salli alâ seyyidinâ Âl-i MUHAMMED
Sad salli alâ seyyidinâ Şâh-ı velayet
Kemter kuluyum ben ALİ’nin şâh-ı keremdir
HASEN başımın tâcı HÜSEYN gözümde nemdir
İMÂM-I ZEYNEL ABÂ BÂKIR mihri haremdir
İMÂM-I CÂFER SÂDIK gibi bir dahi irfan
İMÂM-I MÛSA KÂZIM gibi olmaya sultan
Cihân yüzünü görse değer ŞÂH-I HORASÂN
İMÂM-I TAKİ gözlerime ayn-i cilâdır
İMÂM-I NAKİ sâyesi bol mürg-i hümâdır
İMÂM ASKERİ derdimize ayn-ı devâdır
Çün MEHDİ zuhur ede nihân kalmaya perde
Şol zâlimleri kesse gerek tiğ-ü teberle
SEYYİD NESÎMİ medhin okur şâm-ü seherde
GÖNÜL TELİMİZİ TİTRETENLER
Mevlânâ Celaleddin-i Rumî
Yarın 17 Aralık, Hazreti Mevlânâ’nın vefat yıldönümü. Her yıl bu tarihte, Hz. Mevlânâ’nın, ölümü “’Düğün Zamanı” diye nitelendirdiği “Yaradanla buluşma ânı” vesilesiyle “Şeb-i Arus” törenleri düzenlenir. Bugün Afganistan sınırları içinde kalan Belh’te 1207 yılında doğan Mevlânâ, ülkemizde Mevlânâ, İran’da Rumî ve Batı âleminde ise Jalaluddin adıyla tanınır. Mevlânâ, efendimiz demektir. Rumî ise Anadolulu anlamına gelir. Babası Sultanu’l-Ulema Bahaeddin Veled, Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubat’ın daveti üzerine Anadolu’ya gelir. Babasından ve gittikleri yerlerdeki en yüksek bilginlerden dersleri alan Mevlânâ, 1244’te Konya’ya gelen Şems-i Tebriz’den mânevî lezzetleri tadar. Mesnevi-i Mânevî, Divan-ı Kebir, Fihi-Mafih, Mektubat isimli eserleri kaleme almıştır. 17 Aralık 1273 yılında Konya’da vefat etti. Onun ‘Düğün Gecem’ dediği Şeb-i Arus’ da yani vefat günü olan 17 Aralık’ta dünyanın dört bir yanından sevenleri Konya’ya gelir. Hazreti Mevlânâ’yı 736. vefat yıldönümünde rahmet ve niyazla yâd ediyoruz.
Nurdan Damlalar
“Hz. Mevlânâ benim zamanımda gelseydi, Risâle-i Nur’u; ben onun zamanında gelseydim Mesnevî‘yi yazardım. O zaman hizmet Mesnevî tarzındaydı, şimdi ise Risâle-i Nur tarzındadır.”
Bediüzzaman Said Nursî, (Son Şahitler c.4 s.150 )
Benzer konuda makaleler:
- Hz. Hüseyin radiyallâhu anh (626-680)
- Aşura
- Abdullah Dehlevî (1743-1824)
- Mevlânâ Celâleddin-i Rumî ve Bedîüzzamân (ra)
- Hazret-i Hüseyin (ra) (625-680)
- Peygamber efendimizin iletişim tekniği
- Kerbela Olayı ve Mesajları: