Kirazlı Mescit 46 Numara

Binalar da insanlar gibi değerleri sonradan anlaşılır.

Yaşlandıkça duyguları hassaslaşır bir anne baba gibi saygı ve hürmet isterler. Üzülmesin diye duvarına bir çivi dahi çakılmaz. Emir almaz; emir verirler. Zamanla binanın taşı, toprağı yaşlanınca vefa ile yoğrulur ve kalplerde unutulmaz bir yer tutar. Tıpkı Barla, Isparta ve Nurs ve Kirazlı Mescit 46 numara gibi yerler. Bu yerlerin değeri altın ile ne alınır ne de satılır.

1954 yılı içinde bir avuç Nur Talebesi İstanbul’da Risale-i Nur Hizmetleri için Süleymaniye Kirazlı Mescit Sokağı 46 numaralı üç katlı kâgir bir evi medrese olarak kiralarlar. Burası yani Kirazlı Mescit, çeşitli isimlerle Kirazlı Mescidi, Süleyman Subaşı Mescidi veya Karcı Süleyman Mescidi diye çeşitli isimlerle anılan bu mescit, Mimar Sinan zamanında inşa edilmişti.

İstanbul’da Risale-i Nur hizmetinin ilk tohumlarının atıldığı ve ilk buluşmaların gerçekleştiği yer, burasıydı. Bediüzzaman Hazretleri’nin “benim medresem” dediği İstanbul’daki ilk medrese burasıdır. Bu medresenin müdavimleri Mehmet Emin Birinci, Ahmet Aytimur, Abdulmuhsin Alev, Mehmet Fırıncı, Üzeyir Şenler, Sabahattin Aksakal ve Hakkı Yavuztürk gibi bilinen isimlerdi. 1960 yılından sonra Ceylan Çalışkan, Mehmet Kutlular, Halil Yürür ve Abdulvahit Mutkan da buranın müdavimleri arasına girdiler. 1962 yılından itibaren de Zübeyir Gündüzalp bu medresede kalmaya başladı ve vefat tarihi olan 2 Nisan 1971 tarihine kadar bu medresede kaldı. Refet Kavukçu 1960’lı yıllarda Risale-i Nur’dan vecize ve tablolarla medresenin duvarlarını süslerdi. Baskın sonrası tablolar emniyete götürülürdü. Refet Kavukçu bu duruma son vermek için bu defa duvara yağlı boyayla tablolar yapar, baskına gelen polisler tabloları yağlı boyayla duvarda görünce hayretlerini gizleyemezlerdi.

Medresenin açıldığı ilk yıllarda burada bir elin parmakları kadar talebe kalırdı. Beş veya altı elifin yan yana okunması gibi sayıca az, ama nitelikli on binlerce insanın yapamadıklarını bir avuç Nur Talebesi yaptı. Bu talebelerin olmazsa olmaz görevleri Risale-i Nurlar’ı eski ve yeni harflerle basmak ve dağıtmaktı. Bütün güçleriyle teksirle Risaleleri çoğaltıp ihtiyaç olan yerlere göndermekti. 1956 yılından sonra Risale-i Nurlar matbaalarda basılmaya başlayınca çalışmaları daha da hızlandı. İlk günden itibaren Ahmet Aytimur naşirlerden biri olarak hizmetin ağır yükünü sırtına aldı. 1950’li yılların başında Süleymaniye Kirazlı Mescit Sokaktaki dershaneden önce Nur Talebeleri kısa bir süreliğine 50 numaralı evi medrese olarak tutmuşlardı. Bu ev yıkılınca Abdurrahman Tan’a ait 46 numaralı ev medrese olarak kiralandı.

İstanbul’da Risale-i Nur Hizmetleri “46 Numara” diye bilinen küçük evi medrese olarak tuttuktan sonra Risale-i Nur dersleri de düzenli olarak başladı. Bir zaman sonra sokağın her iki başında pardösülü sivil polisler göründü ve medreseye gelen gidenler gözlenir oldu. 46 numaralı medresenin derslerin yapıldığı oda 10 metrekarelik bir alana sahipti. Bu medreseye açıldığı ilk günden itibaren sık sık baskınlar yapıldı ve haftada en az iki defa gazetelere manşet oldular. “Nurcular ayin yaparken, yakalandı” diye birbirine benzer haberler yapılırdı. Yapılan her Risale-i Nur dersinde baskın oldu olacak diye hep korku yaşandı. Cezaevi ve nezaret şartlarının çok ağır olduğu o günlerde derse gelmenin dersi dinlemenin ağır bir bedeli vardı. Polisler medresenin olduğu sokakta oturanlara “Nurcular burada ne yapıyor” diye sorduklarında mahalleli: “Kırmızı çay içiyorlar, kırmızı kitap okuyorlar.” dediler. Bir akşam cesaretini toplayıp derse katılan biri “Nurcuların hapsedilme ihtimali olmasaydı daha çok derse gelirim.” diyerek kelle koltukta olmayanların Risale-i Nur hizmetine talip olmayacağını biliyordu. Hizmetin içinde bulunan Nur Talebeleri hapsedilme ihtimalinden ötürü çoğu evlenmeyi daha ileri tarihlere erteledi. Çünkü Nur Talebesi olarak eninde sonunda yakalanıp tutuklanma ihtimalleri vardı. Çoluk çocuklarına yazık olmasın diye evlenmeyi düşünmediler.

46 numaralı medresede kalan birkaç Nur Talebesi bodrumlarda sabaha kadar teksirle Risale basar ve ihtiyaç olan yerlere kitapları postalardı. Ayrıca Lâhika Mektupları da hiç vakit kaybettirmeden basılır ve ihtiyaç olan adreslere gönderilirdi.

Kirazlı Mescit Sokağı’ndaki 46 numaralı medresede haftanın bir günü ders yapmanın yanında kitapları teksir ederek çoğaltma ve bastıkları kitapları yakalatmadan ciltlemek oradakilerin başlıca görevleri arasındaydı. Birkaç Nur Talebesi teksir işlerini bodrum katlarında yaparken ciltleme işini de Cumartesi ve Pazar günleri yaparlardı. Matbaada kitap basma işlerine 1957’de başlandı. Kitapları bastıktan sonra saklamak için yaklaşık dokuz depo vardı. Bu işlerin takipçileri genellikle bekârlardan seçilirdi. Medrese müdavimlerinin boş vakitleri yoktu. Yapılan görev bölümünde bir kısmı kitap taşır, bir kısmı paketleme işi yapardı. Bir kısmı da kitapları sandıklara yerleştirdikten sonra çember makinasıyla çemberlerdi. Bir kısmı da kitap sandıklarını omuzlarına alarak Beyazıt’tan Sirkeci’deki ambarlara götürürdü. Ambarlardan saatlerce kitap sandıklarını teslim etmek için sıra beklerdi. Kitapları yakalatmamak için de kitaplar, hamallara verilmezdi. Herkes sivil polis olabilir diye çok tedbirli davranılırdı.

Kirazlı Mescit 46 numaralı medresede, açıldığı 1954 yılından itibaren her Cuma günleri Risale-i Nur dersleri yapıldı ve 1990’lı yıllara kadar burası medrese olarak devam etti. Bir müddet el değiştirse de 8 Mart 2019 Cuma günü yeniden eski hüviyetine kavuşarak Risale-i Nur medresesi olarak hizmetlerine devam etmektedir.

Kaynak:

Ağabeyler Anlatıyor 7 – Ömer Özcan

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*