Kırmamak, kırılmamak, sevgi, tahammül ve sabır

Çoğu zaman içerisinde bulunduğumuz veya sahip olduğumuz nimetlerin kadrini, kıymetini bilemiyoruz, kavrayamıyoruz. Bu gaddar zaman, haşin zemin ve olumsuz şartlar hepimizi çok menfice etkileyebiliyor ve maalesef savurtabiliyor.

Kavramlar kargaşası kafaları fecî karıştırıyor. Ruhlarda, kalplerde, hislerde fırtınalar kopuyor. Arkasından da fecî felâketler sökün ediyor. Hayat zorlaşıyor. Her hadise insanlığa “İman! İman! İman!” diye ihtarda bulunuyor. Sevgi nedir? Muhabbet nedir? Merhamet nedir? Şefkat nedir? Nimet nedir? Hayat nedir? Çocuk nedir? Dost nedir? Sabır nedir? Fedakârlık nedir? Vefa nedir? Katlanmak nedir?…. Bunların çoğunu idrakten ve kıymetini takdir edip bilmekten toplumun ve insanlığın uzak ve mesafeli olduğunu düşünüyorum.

Bütün bunlarda belki bizzat ferdan ferdâ şahsî suçumuz olmayabilir. Aldığımız eğitim, içinde büyüdüğümüz aile ortamı, zamanımızın, mesaimizin ve günümüzün çoğunu birlikte geçirmek zorunda olduğumuz çevre, toplum ve insanlar… Bütün bunlar ruh, kalp ve his dünyamızda çok menfî ve derin izler bırakabiliyor. Bu mevcut hayat şartları, yetişme tarzları, yanlış eğitim, çoğumuzu yanlışlara atabiliyor.

Bu zor şartlarda yapılacak en doğru hareket; müsbete ve meşrûiyete yönelmektir. Bu konudaki en tesirli vasıtalar da; sevgi, muhabbet, merhamet, şefkat, sabır, katlanmak, hoşgörü, affetmek ve tahammül, müsbet hareket ve güzel huylardır. Aksi takdirde yapılacak yanlışlıklar telâfisi zor halleri birlikte getirir. Gelin şimdi yaşanmış acı bir hadise, ibretli bir olayın nasıl geri dönülmez noktalara ve yanlışlara insanı götürdüğünü görelim:

Adamın birisi yeni kamyon satın almış. Sabahleyin merakından ona bakmak için evinden çıktığında, üç yaşındaki oğlunun gayet mutlu bir biçimde elindeki çekiçle kamyonunun kaportasına vurduğunu ve ona zarar verdiğini görmüş. Adam bu manzara karşısında bir anda kendini kaybetmiş. Bir anda hislerine yenik düşmüş. Üç yaşındaki kendi masum yavrusunun eline aynı çekiçle vurmaya başlamış. Manzarayı tarif etmeye gerek yok. Biraz sonra aklı başına gelmiş, sakinleşmiş ve çocuğunu hemen hastaneye götürmüş.

Doktor, çocuğun kırılan kemiklerini kurtarmaya çalıştıysa da elinden bir şey gelmemiş ve çocuğun iki elinin parmaklarını kesmek zorunda kalmış. Çocuk ameliyattan çıkıp gözlerini açtığında bandajlı ellerini fark etmiş ve gayet masum bir ifadeyle, “Babacığım, kamyonuna zarar verdiğim için çok üzgünüm” demiş ve olayın nereye varacağını hiç tahmin edemeyecek masumiyetle babasına şu soruyu sormuş:

“Baba! Parmaklarım ne zaman yeniden çıkacak?” İşte burada baba için zaman ve mekân durmuş. Sonra da tabi hayat durmuş! Babanın vicdanına hükmeden ve saatlerce yankılanan gökgürültüsü gibi bir sada; aslında meşrûiyetin, müsbetin ve masumiyetin bir yansıması: “Baba! Parmaklarım ne zaman yeniden çıkacak!?”
Baba bu gerçek karşısında eve dönmüş, bu ıztıraba dayanamamış ve hayatına son vermiş! Yani baba “intihar” etmiş!

Bir anlık hiddet ve öfke ve neticesinde gelen büyük bir hata! İki hayatı karartmış. Sadece iki hayatı değil belki de bütün ailenin, akrabaların, dostların, komşuların da hayatlarını ve günlerini karartmış.

Cansız, kalpsiz, merhamet ve vicdan duygusuna sahip olmayan ruhsuz kamyonun kaportası geri gelebilir, yenilenebilir veya tamir edilebilir. Fakat ya kırılan kalpler! Zedelenen vicdanlar! Örselenen hisler! Kırılan kemikler ve incinen duygular! Ezilen parmaklar! Bunların çoğu zaman tamirleri imkânsız veya çok zor!

Genellikle insanı gerçek kişiliğine ulaştıran, insanı “insan” yapan mizacını, huyunu, ahlâkını, hassasiyetlerini ve enerjik performansı arasındaki farkı kavrayıp göremezsek çıkmaz sokaklara gireriz. Hatalar insanlar içindir. O hataları tolere edip tamir etmek ve onarmak da yine insana bağlıdır.

Hele de böyle bir zamanda hatasız ve kusursuz yaşamak hemen hemen mümkün değildir. Dikkat etmek, hassas davranmak, aynı hatalara bilerek tekrar düşmemek için gayret göstermeye evet! Ama âhirzamanda olduğumuzu, helâket ve felâket asrında yaşadığımızı akıldan uzak tutmadan muhatabımız kim olursa olsun; her yaşta ve baştaki insana karşı sevgiyle, muhabbetle, affederek, İslâmî hoşgörü ve sabırla yaklaşmaya gayret etmek istikametli yolun ve yolcuların şiarıdır.

Darılmamaya, darıltmamaya, kırmamaya, kırılmamaya, küsmemeye, küstürmemeye azamî gayret gösterelim. Sabırlı, makul ve himmetli olmaya gayret edelim. Bütün insanlığın bu günkü hali, milletimizin hali, İslâm âleminin hali, camianın hâli bize daima bunu ihtar ediyor. Bu tür zararlı olaylardan ders alıp müsbete yönelmeyi–ilk önce aciz ve kusurlu nefsim olmak üzere–Rabbim hepimize nasip etsin. (Âmin)

Çok sevdiklerimize karşı bile olsa sabrımızı yitirdiğimizi anladığımızda, önce biraz düşünmeye çalışalım. Hepimiz hatadan beri değiliz. Fakat öfkeyle ve hislere mağlûp olarak yapılan şeylerin çoğu insana ölünceye kadar vicdan azabı çektirir ve rahatsız eder. Her olay karşısında harekete geçmeden önce durup düşünmeyi, sabırlı olmayı alışkanlık haline getirip, anlayış ve sevgi frekansını devreye sokmayı denemeliyiz.

Yol haritamızda ve yaşantımızda kırmaya, yıkmaya, küsmeye, kine, adavete, düşmanlığa, hasede, rekabete, inada yer olmamalı. Bunun yerine; sevgi, muhabbet ve rahmeti öne çıkaran, önceleyen hallere talip olmalıyız. Erbabının muhatap olduğu Risale-i Nur Külliyatı’nın bir tek yerinde, bir tek şey için; “küsmeye” cevaz ve izin var. Kudsî dâvâ için sadece ve sadece “dünyaya küsmeye” cevaz var. Gerisi nefsin esirliği ve aldatmacasıdır. Boştur, insanı tahribat ve yıkıma götürür. Yapılan bütün hatalar ve iyilikler aslında bir bumerang gibi kendimize döner. “Men dakka dukka!” Çalma kapıyı çalarlar kapını. Kırma gönül ve kalpleri! Kırılır gönül ve kalbin!

Cenâb-ı Hak başta nefislerimizi, evlâdü iyâlimizi, dostlarımızı ve bütün Müslümanları her türlü menfî hareket ve davranışlardan muhafaza eylesin. Bizleri müsbete ve hayırlara yöneltsin inşaallah. (Âmin).

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*