Kırmızı çizgilerimizi muhafaza edelim

Her şahsın hayatında kendisine “sınır” olarak belirlediği kırmızı çizgiler vardır.

Bu hayalî çizgileri bir çember gibi düşünelim. İnsan, hayatını belirli kural ve sebeplerle çizilmiş olan bu çemberin sınırları içinde devam ettirmektedir. Bu durum şahıslara mahsus kalmayıp toplumlarda da görülmektedir.

Kırmızı çizgiler genel anlamda şahsın veya topluluğun doğru olduğuna inandığı, yapmak zorunda olduğunu kabul ettiği değerleri barındırır. Bu değerler doğrultusunda hayatın sürdürülmesi halinde ise zamanla bu değerler “hassasiyet” haline gelir.

Bir Müslüman olarak kendi hayatımıza baktığımız zaman kırmızı çizgilerimiz, Cenâb-ı Allah’ın razı olduğu işleri çevrelemektedir. Hassasiyetlerimiz ise, içerisinde bulunan inançlar ve kulluk vazifeleridir.

Müslümanlar olarak bizler inançlarımızı kuvvetlendirecek işlerle meşgul olup, belirli vazifelerimizi yerine getirdiğimiz zaman, sınırlarımızı muhafaza edip belki de genişletebiliriz. Fakat bunun yanında tembellikten dolayı vazifelerimizi yapmamak, tahrip olacağı için (bir askerin nöbet yerini terk etmesi gibi) daire gittikçe daralır. Zamanla ciddiyetten ve hassasiyetlerden de uzaklaşılır.

Yüz ustanın bir yılda inşa ettiği bir binayı, bir kişi bir kaç dakikada dinamitle patlatmak suretiyle tahrip etmesi, tahribatın kolaylığına güzel bir örnektir. Aynen bunun gibi, tahribatın bir çeşidi olan tembellik vasıtasıyla, kırmızı çizgilerimizin sınırları da tahrip olur, hassasiyetler kaybolur ve dairemizde daralma ve küçülmeler meydana gelebilir.

Belli zaman aralıklarıyla hafifleyen vicdan azabının yerini vurdumduymazlık alıyor. Konu hakkında daha az düşünmeye başlayıp şahıs kendi kendine “başkaları da yapıyor, ne olacak” gibi telkinlerde bulunuyor. Yalan söyletemediği vicdanını doğruyu söylemekten bu şekilde alıkoyuyor. Bir süre sonra, “acaba Resulullah (asm) olsa bu durumda ne yapardı” demeyi bırakıp çok rahat bir şekilde başka şahısları örnek almaya başlıyor.

Zübeyir Ağabeyin dediği gibi “kendini kendinle kıyas et” kaidesine uymayı bırakan insan, nefsiyle bir olup işin sonunu düşünmeden hareket ediyor. Yaptığı tek şey ise kendisini kandırıp oyalayabildiği kadar oyalamak.

Bu durumda tefekkür, soğukkanlılık ve ciddiyet, bir güneş gibi ortaya çıkar, âniden bastıran gafletin kara bulutlatını dağıtır. Aklının sesini, kalbinin hissiyatını dinleyen insan, yapacağı amelde kâr-zarar hesabı yapmaya başlar. Böylece, gafletin sınırlarda açtığı gedikleri kapatır, tahribatı tamir eder. İnsan da kırmızı çizgilerini bu şekilde muhafaza eder. Bunun için insanın mantıklı, soğukkanlı ve kalben her an uyanık olması lâzımdır.

Hassasiyetlerimizin azalıp ortadan kaybolmaya yüz tuttuğu şu zamanda, bu kavramlara ihtiyacımızın iyice şiddetlendiğini; günaha götüren yolların arttığı hatta evimize, cebimize kadar girdiği şu dönemlerde, hassasiyetlerimizden taviz vermek, bizi mânevî olarak büyük zarar ve ziyanlarla karşı karşıya bırakacaktır.

Böyle bir durumda ise bizlere başka bir vazifeyi daha sırtlanmak düşüyor. Bu da kendi aklımızla karşı koymaya güç yetiremediğimiz ahir zamanın dehşetli hadiselerine karşı bir ve beraber olup mukabele etmeye çalışmak vazifesidir. Birbirimize günah vesilesi olmak yerine “bir şeye sebep olan, yapan gibidir” kaidesince şu zamanın en önemli vazifesi olan imanı kurtarmak meselesinde şevk ve gayret vesilesi olalım. Kalbin alâkasına değmeyen fâni dünyayla kuracağımız fâni dostluklar yerine, bâki olan ahiret kardeşliği tesis edelim.

Cenâb-ı Allah bu zor zamanda bizlere, dairemizi genişletmeyi ve kırmızı çizgilerimizi muhafaza etmeyi nasip etsin.

Muhammed Okur

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*