Kitaptan koptuk mu?

Dünyadaki kitap okuma istatistiklerini izliyorsunuzdur.

Zaman zaman Türkiye’nin Afrika ülkelerinin arkasına düştüğü rakamlar ve çizelgeler mutlaka içinizi acıtıyordur. Fakat dönüp halkın genel kültürüne baktığımızda, insanlarımızın Amerikan halklarından daha çok dünya olaylarıyla ilgili olduğu da ayrı bir vakıa. Müteşebbis ve cesaretli bir milletiz. Fakat çoğu kez cehaletin sebep olduğu bir halimiz var ki, millet olarak bizi medenî milletlerin toplandığı mahfillerde mahcup ediyor. Belki de bu cesaretimizdir ki, hakkında kitap okumadığımız, bilgi edinmediğimiz ve tecrübelerimizle ulaşamadığımız meselelerde, toplum içinde yüksek sesle konuşmaktan çekinmeyiz. Yani bilgi sahibi olmadan kanaat sahibi olmuş halkımız.

Genç, dinamik, atılgan ve cesaretli gençlerden oluşuyormuş toplumumuz. Yabancı bir lisan öğrenmeden ömürleri uluslar arası fuarlarda geçen çok iş adamlarımız vardır. Üstelik ihtisas sahasına girmeyen kalemlerin ticaretini yapar, nadiren üretir ve bu malları fuarlarda takip etmeye çalışır bu iş adamlarımız.

Bir yerlerde bir terslik olmalı… Belki de devenin, nerem doğru ki, cevabındaki realite gibi… Bazılarının bizim milletin ve daha doğrusu Müslümanların okumayı sevmedikleri iddiaları hakikat olabilir mi? Asla… Tarihimizdeki asırları kucaklayan onlarca medeniyet ve sayısız eser Müslümanların okumaktan, düşünmekten ve yazmaktan büyük zevk aldıklarını gösteriyor. Acaba Müslümanları kitaptan, tefekkürden ve netice itibariyle yazılı eser vermekten alıkoyan asıl sebep ne olabilir…

Bazı zararlı yiyecekleri, giyecekleri, mesken ve alışkanlıkları, dışardan memleketimize girişlerinde sınırlarda alkışlayarak karşılamışızdır. Bir çırpıda onlarca örnek sayabiliriz. Televizyon veya ekranı da onlardan sayabiliriz. Gençliğimizde 12 Eylül ihtilâlini takip eden günlerde zamanın başbakanının oğlu “sihirli kutu”yu ortaklarıyla güzelim İstanbul´a taşımıştı. Orijinal İsmi Magic Box idi… Show TV´nin kırk gün zarfında İngiltere’den İstanbul’a kurulduğunu da bilenlerimiz çoktur. Ve yine günün idarelerince bir TV kampanyası başlatılmış ve bilhassa kırsal köylere milyonlara varan ekranlar bedava dağıtılmıştı… Neden?

Günümüz Türkiye’sinin hemen her yerinde herkesten önce ekranlar sizi karşılıyor: Hastahane, çayhane, toplu taşıtlar, otobüs ve gemiler, ana caddelerdeki dev ekranlara baktığınızda, milletimizin hangi menfezlerden dünyanın faydasız olaylarına ulaştığını ve hiçbir problemini halletmeyen genel kültüre nasıl eriştiğini az çok anlıyorsunuz. Geveze ve şamatacı spiker ve program yapımcılarını her gün yüzlerce defa seyreden bir toplumun geveze olmaması fevkalâde zor. Kadın aktrislerin resimlerini mekânlarına asıp, genç kızlarımızı tuzağa düşürenler gibi, TV şirketleri de ekranlarına topladıkları artistlerle milleti toptan oyuncu, riyakâr ve rolcü yapmaya çalışıyorlar.

FITRÎLİK VE DOĞRULUK KAYBOLUYOR…

Tiyatroya oyuncu yazılıp dört yıl boyunca kurs gören bir gençten fıtrîlik bekleyemeyiz… Kimler tarafından idare edildiği az çok belli olan dijital medya programlarının milletimizin fıtrî yaşayışını bozduğunu ve bütün cins ve sınıfların tiyatrodan etkilendiklerini konuşmalarından, mimiklerinden ve davranışlarından anlayabiliyoruz. Fıtrîlik aynı zamanda riyakârlığın zıddıdır. Yani sıdktır, doğruluktur. Şovmen, riyakâr, yalanla gerçek arasında med cezirler yaşayan bir gençlikten veya topluluktan okumayı beklemenin hakikate ne denli uygun düştüğünü hepimiz biliyoruz. Ekranları ellerimize tutuşturan ve ceplerimize sokanların kazanımları o kadar çok ki… Evvelâ milletin millî servetini çekip borçlandırarak modern köle yapmak… Sonra da insanımızın fıtrî sosyal hayatta harcayacağı zamanı o cep  aynasına hasrederek sosyal ölümü gerçekleştirmek… O aynalarda ise yine global zındıka ve dinsizliğin cazip propaganda ve sefahatleri… Bu gençleri odalarındaki ekranlardan kurtaralım derken, çocuklarımız cep aynalarının tutkunları veya bağımlıları olup çıktılar.

BİTİRİLMİŞ İNSANLAR KİTAP OKUYAMAZLAR…

Bağımlılığın ne denli bir hastalık olduğunu herkes bilir. Ekran bağımlılığı hastalığının Avrupa’daki keşfinin üzerinden yıllar geçiyor. Tedbirler, tedaviler… Ki ülkemizdeki ekran sayısına veya cep telefonlarına oran olarak hiçbir Avrupa ülkesi yanaşamaz. Milyonlarca kalem malların teşhir edildiği devasa bir alış veriş merkezindeki çocuğun şaşkınlık ve bitkinliği bize çok şeyi anlatır, değil mi? Binlerce programın küçük bir aynaya yansıtılması ve çocuğun bu sihirli aynayı saatlerce donuk bakışlarla seyretmesi… İnsanî terbiyenin görmesine, bilmesine veya seyretmesine müsaade etmediği; kalbi, vicdanı, ruhu ve yüzlerce lâtifeyi öldüren manzaralara teslim edilmiş çocuğun şu şartlarda bu uçurumdan kurtulup kitaba dönmesini bekleyenler, hayal kuruyorlar.

Türkiye ve İslâmiyet düşmanlarının Anadolu halkına program olarak sunduklarının mahiyetini insaniyet ölçüleriyle tartanlar, büyük dehşetlere kapılıyorlar. En geri ve skolastik çağların ulaşamayacağı kadar derin bir yobazlık ve ahlâksızlığa AB’deki ekranlarda nadiren şahit olursunuz. Anadolu’nun korumasız, tedbirsiz, cahil bırakılmış ve safiyetten çıkmış insanlarına dijital medya ile reva görülen büyük zulmü görenler, temiz ve pak olan kitabın oralarda dolaşamayacağını peşinen itiraf ediyorlar.

Bir milleti az bir masraf ve enerji ile kısa sayılacak bir sürede cehalete mahkûm etmeyi, ecnebîler başka coğrafyalarda zor beceriyorlardır. Devasa projelerini Türkiye´de tatbik eden global dinsiz ve ahlâksızlar, üstüne üstlük bir de para kazanıyorlar. Global değişimciler, dönüşümcüler ve sefihlerin kitapla işleri elbette olmaz… Ya bizimkilerin?

Benzer konuda makaleler:

1 Yorum

  1. Insaallah uyanik nur talebeleri bu oyuna gelmeyecektir ve okumaya devam edecektir.Cünkü kabirde okuyamayacagimizi unutmayiz.insaallah.

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*