Kıymetli bir mevsim

Ondadır leyl-i Regàib, Mi’râc;

Bu gelen ay, ne mübârek aydır!..

Arkadan gelmede Şâbân, Ramazân..

Nefsi artık kötülükden caydır!

 

Üç Aylar, her yıl mûtâd olarak gelip geçmekte, tıpkı dîğer normal günlerimiz, aylarımız, mevsimlerimiz gibi… Hafta pazarının kurulduğu günlerde dünyâlık ihtiyâçlarımızı karşılıyoruz. Bu aylar da âhiret ihtiyâcımızı te’min etmek üzere kurulmuş pazarlar, panayırlar olarak tavsîf ediliyor. Kısa olan ve kısalığı nisbetinde de çabuk geçen ömrümüzde, bu mevsimler ve benzeri mübârek vakitlerde yapılacak ibâdetlerin dîğer zamanlardakinden daha kıymetli olduğu bizzât Cenâb-ı Hakk’ın kelâmından ve Resûl-i Kibriyâ’nın ifâdelerinden anlaşılıyor.

Zâten, dünyânın gürültü-patırtısı arasında, böyle zamanlar o kadar hızlı geçiyor ki… Bakıyorsunuz, daha dün başladı sandığımız Recep Ayı, neredeyse sona yaklaşmış. Daha niyetlenip de yapamadığımız nice ibâdetlere başlayamadan, mübârek aylar sona eriveriyor. Bereket, bu ayların içindeki mübârek geceler vesîlesiyle îkâz ediliyoruz. Âhiret pazarından istifâdemiz husûsu hâtırlatılıyor.

Hiç aklımızdan çıkmaması gereken bir hakîkat var. Bu dünyâda kısa süren bir ömre sâhip misâfirler olduğumuzu unutmamalıyız. Kulluk şuûru ile hareket ederek, her işimizde hakka, adâlete, insâfa, iz’âna uymayı göz önünde bulundurmalıyız. Yaradılışımızın yegâne gàyesinin Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine uymak olduğunu der-hâtır etmeliyiz.

Bunları hep biliyoruz belki; ancak, her bildiğimizi hayâtımızın her sâniyesinde tatbîk edebiliyor muyuz? Hani, trafik kàidelerini bütün sürücülerin bildiği varsayılır; ama, yine de yol kenârlarında devamlı olarak uyarıcı işâretler, levhalar konur ya! Bunlara ne lüzûm var, denilemiyor; çünki, seyr ü sefer hâlindeki herkesin emniyyetini te’mîn için elzem bir durumdur… Onun gibi, bizler de hayât yolculuğumuzda mârûz kalabileceğimiz tehlikelere karşı gerek İlâhî cânibden, gerek vazîfeliler tarafından durmadan uyarılıyoruz.

Vazîfedâr olmasak bile sevdiklerimizin faydalı durumlardan istifâdesi ve zararlardan sakınmaları için bu îkazcılar arasında yer almakta bir mahzûr bulunmasa gerek… Üstelik, bizler –neredeyse bütün uhrevî mâlûmâtımızı edindiğimiz Hz. Üstâd’a tebâiyyetle – bu ihtârları başta nefsimiz için yapıyoruz. Bir insan olarak yalnız nefsini kurtarmanın yetmediği, saâdetin külle veyâ eksere olması ile mes’ûd olunabileceğini de biliyoruz. Bu sebeple – şu son günlerde öğrendiğimiz, Güney Afrikalıların garip çalgısı gibi, herkesin elinde bir düdükle ortada dolaşmasına teşbîh edersek – bizler de devamlı olarak “kalk borusu, silâhbaşı borusu” çalmakta bir garîblik görmüyoruz.

Tabiî, bu arada mânevî bir şirketin ortağı olmak hasebiyle kâr getirecek işlerde bütün ortakların gayretlerini arttırmalarını istemek, bir bakıma, kendi kârımızı arttırmak için bir çeşit teşvîk olarak da değerlendirilebilir. Bu açıdan, elbirliği ile yapılan çalışmaların daha verimli olduğunu düşünerek, birlikte hareketin verdiği şevki de kazanmış oluyoruz.

“Ve en son ömrümde, en ziyâde kıymetdâr mânevî bir hazîneyi kaybetmekteki mânevî eleme karşı, Nûr’un has şâkirdlerinin her birisi, şirket-i mâneviyye sırrıyla, umûm nâmına dahî duâ ile ve amel-i sâlih ile çalıştıklarından, hem Hüccetü’z-zehrâ’da, hem Nûr Anahtarı’nda îzâh edilen teşehhüdde ve Fâtiha’da, bütün mevcûdât ve zîhayât cemâatinin duâlarına ve tevhîddeki da’vâlarına iştirâk sûretiyle, husûsan toprak, hava, su ve nûr unsûrları birer dil olmasıyla, topraktan çıkan bütün hayât hediyeleri ve sudan mübârekât ve tebrîkât ve havadan şükür ve ibâdetin temessülleri ve nûr unsûrundan maddî-mânevî tayyibâtlar, güzellikler tarzında teşehhüdde ve Fâtiha’da, kâinattaki bütün ni’metlerden gelen şükürler ve hamdler ve bütün mahlûkatın, husûsan zîhayâtların küllî ibâdetleri ve bütün istiâneleri ve doğru yoldan giden bütün ehl-i hakîkate ve ehl-i îmânın yolundan gidenlere mânevî refâkat etmekle ve onların duâlarına ve da’vâlarına tasdîk sûretinde âminlerle iştirâk ederek “âmîn” demekle hissedâr olmanın küllî sırrı o gece imdâdıma geldi.” [Nûr’un İlk Kapısı]

Yaş îtîbâriyle âhirete yakınlığını daha fazla hisseden bendeniz gibi kişilerse, belki bir dahaki mevsime erişemem, diye düşünüyoruz. Sâhil-i selâmete yetişmek için, eski gemilerde kürek çeken forsaların daha hızlı tempo ile yol almalarını isteyen davulcu başı gibi, ihtârları, îkazları sıklaştırıyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*