Cemiyet ve cemaat kelimelerinin, bizdeki demokrasi karşıtlarının entrika ve müdahalelerine göre mana kazandıklarını söyleyebilir miyiz?
Osmanlı Demokrasisinin kısmen devam ettiği ve kamuoyunun İslâmiyet lehinde göründüğü dönemlerde Bediüzzaman, cemiyet ile cemaat kelimelerini müteradif anlamda kullanırken, millî ve ahlâkî menfaatler etrafındaki her cemiyete davet üzerine iştirak etmiş. Milletin faydasına, dâvetli olduğu her sosyal harekete dahil olmaktan geri durmamış. Sonradan Yeşilay ismini alan Hilâl-ı Ahdar Cemiyeti’nin kuruluşunda bulundukları gibi… Ne zaman ki Yeni Türkiye’yi kuranların bir kısmı, mason ve komünistlerle iş birliğine giderek İslâmiyet’i bu vatandan entrikalarla silmeye kalkışmışlarsa, Bediüzzaman da “mücahede usûlünde” büyük bir değişiklik yaparak, düşmanlarının stratejilerini berhava edecek yeni bir yol takip etmişlerdir. Karşıtlarının Müslümanları tuzağa düşürmek üzere peyderpey hazırladıkları kanunlarla, onları hayattan tamamen sileceklerini düşündükleri bir zamanda Said Nursî, zindanları mesken tutarak hürriyet ve İslâmiyet’in karşı atağını başlatacaktı. Demokrasi ve hürriyet düşmanlarının, mütemadiyen cemiyetçilikle suçladıkları bir mahkemede, kendisinin tarif ettiği cemiyetçiliğe de sahip çıkacaktı.
“Evet, biz bir cemiyetiz. Ve öyle bir cemiyetimiz var ki, her asırda üç yüz elli milyon dahil mensupları var. Ve her gün beş defa namazla o mukaddes cemiyetin prensiplerine kemâl-i hürmetle alâkalarını ve hizmetlerini gösteriyorlar. (İnnemel mu’minune ihvetun) kudsî programıyla birbirinin yardımına, duâlarıyla ve mânevî kazançlarıyla koşuyorlar. İşte biz bu mukaddes ve muazzam cemiyetin efradındanız. Ve hususî vazifemiz de, Kur’ân’ın imanî hakikatlerini tahkikî bir surette ehl-i imana bildirip, onları ve kendimizi idam-ı ebedîden ve daimî ve berzahî haps-i münferitten kurtarmaktır. Sair dünyevî ve siyasî ve entrikalı cemiyet ve komitelerle ve bizim medar-ı ithamımız olan cemiyetçilik gibi asılsız ve mânâsız gizli cemiyetle hiçbir münasebetimiz yoktur ve tenezzül etmiyoruz.” (Şuâlar, s. 331)
Demokrasinin işlemediği ve kanun hâkimiyetinin olmadığı devlette, cemiyetin siyasî iradenin aleti olma mecburiyeti vardır. Ve bilhassa komita istibdadına dayanan idareler, birçok hedefe bu sivil yapılarla yürürler. Yalancı efkâr-ı ammelerini onların yardımlarıyla oluştururlar. Ve bu tür cemiyetleri “mahrumiyet ile ihya” med-cezirleri arasında oyuncak haline getirirler. Dinî cemaatlerin müstebit idarelerin yanlışlarından veya şerlerinden dindarların emin olmalarının bir yolu da; teşkilâtçılıktan, cemiyetçilikten komita halinde hareketten uzak durup, yalnızca “şeffaf cemaati kimlikleriyle” hayatta misyonlarını açıkça tebliğ etmekten geçiyor, kanaatindeyiz.
Kemalistlerin, mason ve komünistlerin teşvikiyle mücahedesi boyunca Said Nursî’yi “cemiyetçilik” ile suçlamalarının arkasındaki tuzak, yalnızca Bediüzzaman’a kurulmamıştı. Bu hileli metodun 1909’daki 31 Mart hadisesiyle başladığını ve günümüzde aynen devam etmekte olduğunu hepimiz görüyoruz. Bu tuzaklara rağmen, dinî cemaatlerimizin klâsik metodlarla aynı yanlışlarla devam etmeleri, bütün Âlem-i İslâm’a büyük zararlar getiriyor.
Üstadın Afyon Mahkemesi Müdafaası’ndan aldığımız şu satırlar, demokrasi ve İslâm düşmanlarının neyin peşinde olduklarını gösteriyor, zannındayız:
“….yani bir buçuk ay hapis kaldıkları ve on sene sonra Denizli Mahkemesi yine dokuz ay cemiyetçilik ve tarikatçılık gibi birkaç bahane ile yirmi senelik bütün mektubat (mektuplar) ve telifatlarını (yayınlarını) inceden inceye tetkikle beraber, Ankara’nın Ağır Ceza Mahkemesi’ne beş sandık kitapları gönderdikleri ve iki sene o kitaplar ve mektuplar Ankara ve Denizli Mahkemeleri’nde tetkikten geçtikleri halde, o mahkemeler ittifakla cemiyetçilik, tarikatçılık ve sair bahaneler cihetinde beraat kararı verip o kitap ve mektupları aynen sahiplerine iade ve Said’i arkadaşlarıyla beraber beraat ettirdikleri halde, bir siyasî cemiyetçi nazarıyla ve entrikacı bir adam tarzında onu itham etmek ve adliye memurlarını onun aleyhinde tarikat noktasında sevk etmek ne kadar kanunsuz olduğunu, insaniyeti sukut (susmak, kaybolmak veya düşmek) etmeyen bilir.” (Şuâlar, s. 325)
Dinî Cemaat kimliği, tarikatları da içine alıyor. Eski yapılarıyla ve şahs-ı maneviye bürünmeden hareket eden tarikatların, yukarda bahsettiğimiz tuzaklardan kurtulamadıklarını, yakın zamanlardaki elim hadiseler ortaya koyuyor. Siyasî iradelere yaslanarak posta oturma gayreti içinde olanların hem cemaatlerine ve hem de İslâm’a faydalı olamadıklarını, pasif bir tevakkuf içinde tekyelerine hapsedildikleri gözümüzün önünde iken, eski tarikat geleneğini zamanımızda müdafaa etmenin yararlı olmadığını düşünüyoruz.
“Saniyen: Risale-i Nur’un yüz otuz parçaları meydandadır. İçinde imanî hakikatlerden başka bir hedef, bir maksad-ı dünyevî olmadığını anlayan Eskişehir Mahkemesi, yalnız bir iki Risaleden başka ilişmemesi ve Denizli Mahkemesi hiçbirine ilişmemesi ve koca Kastamonu zabıtasının (polisinin) sekiz sene zarfında daimî tarassutla (takip, gözlem) beraber iki hizmetçimden ve yalnız üç adamdan başka bahane ile müttehem (suçlanmış) hiçbir kimseyi bulmaması kat’î bir hüccettir (delil) ki, Risale-i Nur şakirtleri hiçbir vecihle siyasî cemiyet değiller. Eğer iddianamedeki cemiyetten maksadı, imanî ve uhrevî bir cemaat ise, ona cevaben deriz ki: Eğer darülfünun (üniversiteliler) talebelerine ve her nevi esnafa birer cemiyet namı verilse, bize de o neviden bir cemiyet namı verilebilir.”
Müstebit idareler veya cereyanlar dinî cemaatleri dünyevî işler, faydalar ve siyasî menfaatlerle ilişkilendirme peşindeler. Bunun için bazen “cemaat” mefhumunu da ittiham edebilirler. İşte yukardaki cümleler bu ithamları kökten çürütüyor. Bu itham ve yanlış anlamanın yalnızca Türkiye’mizde değil, global bir telâkki olduğunu düşünerek, dine ve ahlâka hizmet edenlerin cemiyetçilik ve teşkilâtçılıktan “Cemaat olmaya” dönme zamanının her yerde geldiğini düşünüyoruz. Yukardaki iktibasta geçen “tarikat- tarikatçılık” ile anlatılan manaları, başka iktibaslarla birlikte bir başka yazımızda, inşaallah ele alacağız.
Benzer konuda makaleler:
- Klâsik tarikat yapılarından cemaatleşmeye…
- Vazifemiz, Kur’ân’ın hakikatlerini tahkikî bir surette bildirmek
- Nasıl bir cemaatiz?
- İman ve Kur’ân dersinde hâlis bir dostluk
- Hedefimiz ve programımız
- Mesleğimiz ve hedefimiz
- Çirkinliklere yalnız hapis korkusu kâfi mi?
- Cemaatler cemiyetçiliğe veda etmelidirler
- Risale-i Nur, anarşiye sed çeker
- Helak olmayan ümmet ve iman cereyanı
Almanya İslam Konseyi Din Şurası Sözcüsü / Eğitimci – Yazar
İlk yorum yapan olun