Komşusu aç iken tok yatmak

İslâm, sulh ve barış dini olduğu kadar, aynı zamanda yardımlaşma ve paylaşım dinidir.

Asr-ı Saadet’e dikkatli bir nazarla bakıldığı zaman, sahabeler arasındaki paylaşım ve yardımlaşmanın zirvede olduğunu görürüz. Mekke döneminde varlıklı sahabeler, fakirler ve kölelerle mallarını paylaşır, İslâm’ı seçen köleleri hürriyetlerine kavuşturmak için seferber olurlardı.

Abdurrahman bin Afv Hazretleri de zengin sahabeler arasındaydı. Ticaretten dönen kervanındaki mallara müşteri olanlara “Daha fazla veren var” diyerek malını satmıyordu. Beş altı misli fiyat verildiği halde yine satmayınca Resûlullah’a (asm) şikâyet ettiler. Hazret-i Resûlullah da (asm) “Peki gidelim, kendisine soralım” der. Onu, kervandaki erzakı çarşıda fakirlere dağıtırken buldular. Neden böyle yaptığını sordu. “Ya Resûlullah! Bunlar beş altı misli kâr verebildiler. Halbuki, Allah (cc) en az on misli kâr vereceğini taahhüt etmişti. Onun için böyle yapıyorum” diye cevap verdi.

İlk Müslümanlar muhacir olarak Medine’ye gitmek zorunda bırakıldıkları zaman, Ensar adı verilen Medineli Müslümanlar gelen kardeşleriyle her şeylerini paylaştılar. O sahabeler, en muhtaç oldukları zamanlarda bile, din kardeşlerini kendi nefislerine tercih ettiler. Îsar hasleti denilen bu yüksek ahlâk, Allah tarafından Kur’ân-ı Kerim’de övüldü ve onlara çok büyük mükâfat verileceği vaat edildi.

Asr-ı Saadet’ten zamanımıza kadar gelen bütün Müslümanlar ellerinden geldiği kadar sahabeleri taklit edip onların yolundan gitti. Ecdâdımız binlerce vakıf ve hayır kurumları kurarak bu geleneği devam ettirdi. Hatta, hayvanlara yardım için bile vakıflar kuruldu. Bugün itibariyle ülkemizde on binden fazla vakıf kuruluşu vardır. Bir kısmı maksadının dışında işlerle meşgûl olsa bile, büyük ekseriyet gayesine uygun olarak hayırlı işler ve hizmetler yapmaya devam ediyor. Onların gayretli çalışmalarıyla ne kadar iftihar etsek azdır.

İslâmiyet, paylaşım ve yardımlaşma dinidir dedik. Evet, özellikle Ramazan ayında verilen zekât, fitre ve sadakalarla bu paylaşım devam ettiği gibi, Kurban Bayramında da bu paylaşım sürdürülüyor. Çünkü, Allah rızâsını kazanmak için kesilen kurbanlar kesildikten sonra, düşen hisse üçe bölünür. Üçte biri fakirlere dağıtılır. Diğer kısmı gelen dostlara ikram edilir. Geri kalan kısım ise ev halkına ayrılır. Her hâlükârda fakirler ön plânda tutulur. Zira, hadis-i şerife göre “Komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” îkazı çok önemlidir. Sair zamanlarda bile, pişirdiği yemeğini ve yaptığı aşuresini komşularıyla paylaşmak, bu Müslüman milletin asil bir geleneğidir. Her ne kadar şehir hayatı, özellikle apartmanlardaki yaşantı bu geleneği tahrip etse de, birbirine yakın olanlar bu geleneği bir şekilde devam ettiriyorlar.

Bu hadis, zâhiren maddî açlığı nazara veriyor görünse de, mânen ve ruhen aç olan insanları da kastettiği muhakkaktır. İmanı, ibadeti ve salih amelleriyle boğazına kadar mânen doyan ve tatmin olan mü’minler; konu-komşu, eş-dost ve müşteri gibi yüzlerce tanıdığı mânen aç ve iman hakikatlerine muhtaç bir vaziyette yatıyor ve zamanları hep böyle geçiyorsa, iman hizmeti ve İslâm’ı tebliğ ile vazifeli olanlar bu hadisi nazara almalıdır. Hizmetin sevabı büyük olduğu kadar, mesuliyetin de büyük olduğunu unutmamalıdır. Herkes bir kişinin daha imanını kurtarmak ve muhafaza etmenin gayretini yaşamalıdır.

(Not: Bütün okuyucularımızın ve İslâm âleminin Kurban Bayramını tebrik eder, büyük hayırlara vesile olmasını Cenâb-ı Hak’tan niyaz ederim.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*