Komünizm öldü mü?

Image
Nazım Hikmet, şiiriyle “makinalaşmayı” ifade ederken materyalizmi kutsadığının farkındadır. Orhan Veli ise hayatı güzel yaşamada “örümceği” örnek alır. Materyalist Batı felsefesinin Türkiyeli çocuklarının hemen hepsi, tasavvufa gönlünü kaptırmış bir doğulunun Abdülkadir-i Geylanî’ye veya Şah-ı Nakşibend’e gösterdiği alâkanın belki on misli fazlasıyla üstadlarına bağlıdırlar.

1980 sonrasında “komünizmin öldüğüne” dair bir şayia yayılmıştı. Gladio’nun da yardımıyla materyalizm, komünizm ve bolşevizm hayâlî olarak Sovyetler Birliğine hapsedilmişti. Maksat, günümüzdeki modern komünizm veya bolşevizmi hazırlayacak Avrupa ve Amerika’daki merkezleri nazardan kaçırmaktı. Sovyetlerin yıkılışıyla birlikte, global dinsizlik cereyanı; eski sembol, slogan ve putlarını kamuoyu önünde yakıp yıkarak kendisini dünya efkâr-ı ammesi önünde temize çıkarmaya çalıştı. Bir nebzecik muvaffak da oldu. Zira 11 Eylül ihtilâlini gerçekleştiren neocon ve neoliberallerin “dünkü komünistler” olduğunu, temelde aynı idealleri paylaştıklarını veya aynı neticeye yürüdüklerini hem dünya, hem de Türkiye kamuoyları maalesef bilmiyorlar. Dağılan “Doğu bloku” ile birlikte komünistlerin 20. yüzyılın bilhassa son üç çeyreğinde kullandıkları herşey alet, tarz ve slogan olarak imha edildi. Bu meşhur imha ile birlikte halklara “komünizmin artık öldüğü” propagandası yapıldı.

Komünizmin 1970’li yıllarda dünyanın yarısında fazlasında organize ve hakim olduğunu hatırlarsınız. Sosyal hayatın en küçük hücresine varıncaya kadar organizeli cemaat halinde çalışan bu dinsizlik cereyanının, günümüze tarz, renk ve slogan değiştirerek geldiğini, dünya kapitalini ele geçiren eski komünistler gizlemeye çalışıyorlar. Dünyanın çok yakından tanıdığı Musevî asıllı Polonyalı Paul Wolfowitz’in Troçkici bir genç ve yine turuncu devrimin patronu George Soros’un ise sıkı bir Freudist olarak gençliklerini yaşadıkları, bugünkü meşhur konumlarında hâlâ katıksız “dinsiz” oldukları efkâr-ı ammeden kaçırılmaya çalışılıyor. Gençliklerinde işçi ve köylü sınıflarını devrime motive eden bu insanların, durup dururken “dünya servetini kontrol noktalarına” gelmelerini sorgulamayan idrakler elbette küsufa tutulmuş idraklerdir.

Dünyada ticaret, servet, para ve koordine idareleriyle birçok Batılı devletin yönetimlerinin bu eski militanların tesiri altına girmeleri; komünizmin veya materyalizmin ölmediğini, belki global olarak hayatımızın birçok karesini işgal ederek tekrar insanlığa musallat olduğunu ispat ediyor.

1968’de “Kahrolsun kapitalizm!” diyerek sol yumrukları havada meydanlarda en önde yürüyenlerin, dünyada ve Türkiye’de sosyal enstitülerin, üniversitelerin ve işadamları kulüplerinin başlarında bulunması, “insanî değerlerimizi” yakarak kurutan “sam yelinin” geliş istikametini bize gösteriyor. Asya, Avrupa ve Afrika kıt’alarının en zeki ve yoksul çocuklarının Avrupa ve bilhassa Amerika’daki enstitülerde neye ve kime çalıştıklarını, şu imkânlarımızla öğrenmemiz kolay olmayacaktır.

Komünistlerin bu yeni global devrimlerinde zekâvetleriyle kullanılan “yoksul çocuklar” meselesi önemlidir. Yoksulluk elbette ki bir nakûse olamaz. Fakat servete, makama, lüks hayat ve kariyere çok aç insanların, mahiyetini ifadeye çalıştığımız global dinsiz cereyanlara nasıl çalıştırıldıklarını ve neler yaptıkları çok önemlidir.

Sosyal hayatın gayet zayıf bir damarından gelen bilhassa fakir çocukların yüksek ilimleri tahsil etmemesini tavsiye eden İmam-ı Gazalî Hazretleri, eski komünist ve yeni kapitalistlerin emrinde şuursuz birer alet olarak insanlığın zararına zamanında mühim işlerde koşuşturulan kadrolara da işaret etmektedir. Bu çerçevede global ekonomik krizleri, insanlığın yüz karası kirli savaş ve sömürüleri, kitlesel psikolojik dönüşümleri, istikrarsızlaşan dünyamızın tutulduğu dehşetli fırtınaları incelemek gerekiyor. Bizim kanaatimizce bütün bu felâketlerin kaynağında mutlaka klâsik veya modern komünistler vardır.

IMF’den Dünya Bankasına, Amerikan düşünce kuruluşlarından Açık Toplum Enstitüsüne, bilhassa sosyal ilimlerle ilgili bazı üniversitelerimizin dış destekli projelerinden hariciye, maliye ve maarif bakanlıklarının kozmik odalarına kadar yapılacak bir inceleme, 1920’lerde olduğu gibi Kemalizm ile komünizmin kucak kucağa Hıristiyanlık ve Müslümanlık aleyhinde derin çalışmalar yapmakta olduğunu bize gösterecektir.

Komünizmin yaşayıp yaşamadığını öğrenmek için onun özellik ve hedeflerini bilmek yeterlidir.

Komünizmin amacı sınıflar arası boşluğu olabildiğince açmaktı.

Komünizmin maksadı nikâhı kaldırarak aileyi sonlandırmak ve insanî ahlâkı bitirmekti.

Komünizmin hedefi halk yığınlarını karın tokluğuna mahkûm etmekti.

Komünizmin üslûbu, halkı düşünemeyecek ve fikir üretemeyecek hale getirerek ellerindeki haklarını gasp etmekti.

Komünizmin uzayıp gidecek ideallerini bir tarafa bırakarak, kendi kendimize birkaç soru soralım isterseniz…

Motorlu taşıtı olanlar, kullandıkları benzinin AB’den 40 cent daha pahalı olduğunu biliyor ve ülkemizdeki asgarî ücret ile AB’deki asgarî ücretleri karşılaştırıyorlar mı?

Üzerine titrediği biricik yavrusunun okuldaki terbiyesine, ne öğreneceğine ve öğretilen dünya görüşüne müdahalenin suç olduğunu veliler biliyor mu?

Bizi tutsak alan herhangi bir bankanın bir eski Marksiste ait olduğunu veya dev bir alışveriş merkezinde, cebindeki banka kartlarıyla dolaşırken, esnafı bitiren bu seküler mabedin eskiden bolşeviklere yoldaş olan birisi tarafından açıldığını tüketiciler biliyorlar mı?

Bir de, okul müfredatlarında, medyada, roman ve sinemada ve hatta reklâmlarda buram buram dinsizlik koktuğuna göre, demek ki komünizm daha canlı olarak yaşıyor. Durum böyle ise, biz hâlâ komünizmin Moskova’da Lenin ve Stalin’le birlikte olduğuna inanalım mı?

{mosmodule module=imza-}sukruImage

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*