Komünizm ölmedi, sokaklarımızda dolaşıyor…

ir önceki yazımızda, sosyalizmin global dönüşünden bahsetmiştik.

Bazı okurlarımız haklı olarak; “Bir yere gitmemişti ki, geriye dönmüş olsun. Zaten aramızdaydı” diyorlar. Evet, aramızdaydı, fakat hâkim cereyanlar onu öldü diye ilân etmişlerdi ve Sovyetler’in dağılmasıyla birlikte hakikati olmayan bir “defin merasimiyle” dünyaya göstermiş oluyorlardı. Bunların doğru olmadığını, maksatlı bir şekilde komünizmin birkaç devletin yönetim biçimi olarak dünya kamuoyuna lanse edildiğini, daha önce de söylemiştik. Komünizmin veya Marksizm’in bittiğini yazıp-çizen iki sınıf vardı. Hadiselere “ahir zaman” perspektifinden bakamayan muhafazakârlar… Propagandalardan etkilenmiş ve öldüğüne sevinen bu grubun mazereti cehaletinden ibaretti. Fakat diğer guruba gelince; Marksizm’in ihtilâlci sosyalizm, komünizm, Bolşevizm veya Maoizm kimlikleriyle yaptığı katliâmlara ve sebep olduğu büyük cinayetlerden dolayı, bu tahripkârların kimliklerini bir-iki kuşağa unutturmak istediklerinden  bu  “ölüm şayiasını” çıkarıyorlardı.

Peki, hakikat ne idi?

Komünizm veya diğer türevlerinin teşkilâtlanıp devlet olma diye bir dertleri yoktu, devletçi gelenekten gelen milletimize öyle anlatıldı ve biz de öyle anladık. Materyalizm felsefesi Yaratıcıyı inkâr ederek bütün semavî dinlerin inançları ve hayat biçimleriyle savaşmayı temel kural edinmişti. Yani yaratılışı, insanı ve her şeyi bilim, para, kuvvet ve teknoloji ile değiştirebileceğine kendisini inandırmıştı. Tıpkı Nemrut gibi, Firavun gibi… Materyalizm girdiği yerde dinsizliği din olarak  ilân ediyordu ve kendisine tapanları; ırk, sınıf, cinsiyet ve coğrafya farkı gözetmeksizin kabul ediyordu. Müslümanların “din kardeşliği” veya “ümmet olgusunu” tedai edecek bir yaklaşımdı. İnsanlardan kendi yalanlarına veya hayâllerine inanmalarını istiyordu: Aileyi, mahremiyeti, kan kardeşliğini, mülkiyeti, seyahati, hürriyetlerin her çeşidini ve daha doğrusu fıtratı reddediyordu.

İhtilâlci sosyalizmin Troçki ve Lenin döneminde Rusya’da “Komünizm” adına yaptıkları insanlık için müşahhas örnekler teşkil etti. Kadını ekonomiye kazandırmak için kurulan çocuk çiftlikleri, proletarya ile kaldırılan mülkiyetler, Komünist Partiye bağlılık ve sadâkat nispetinde dünya cenneti, partinin kurallara bağladığı kadın erkek münasebetiyle “nikâh” da kalkmış ve hamamlarda iki cins bir araya getirilmişti. Partinin kutsallarının dedikleri dışında doğru yoktu. Tarih ve töre uydurulmuş safsatadan öte bir şey değildi. Sanat ise bu barbar ideolojiye faydalı ise vardı, yoksa burjuvanın kokmuş zevkiydi. Dikkat ederseniz, büyük bir yapının yalnızca birkaç taşından bahsettim size.

Eğer komünizm bir ideoloji veya din, mensuplarının hedefi fıtratı bozmak ve bütün insanlığı bu ideolojiye bağlamak ise; bu meselede devletlerden, milletlerden, siyasî partilerden, uluslar arası kuruluşlardan ve sabit yapılardan bahsetmemiz, yalnızca boşa zaman harcamak sayılmaz mı? Dehşetli öldürücü bir hastalık gibi kanımızdan ve canımızdan olan çocuklarımızı bize düşman edip, hayatımızın bütün kazanım ve kutsallarını bu düşmana teslim eden evlâdımızı bu bulaşıcı illetten nasıl kurtaracağımızı düşünelim. Yirmi yaşına kadar, tasvir edilemeyecek fedakârlıklarla büyüttüğümüz çocuklarımızın inançlarımızla alay etmeleri, iffet ve nikâha inanmamaları ve hatta hayvanlardan öteye kaçmış “hürriyetlerini” kısıtladığımızdan bize düşman olmalarını komünizme bağlayacaksak, sakın komünizm öldü diyenleri bulunduğunuz ortamda konuşturmayınız. Anne-baba olarak gördüğünüz gibi hazan mevsimlerini yaşıyoruz. Komünikasyon devriminden yararlanan “sivil komünizm” , dedelerimizin yüz senede işlemeye imkân bulamadıkları günahı, yavrularımıza bir günde ulaşma imkânı veriyorlar.

Komünizm sokaklarımızda dolaşıyor. Doğrudur, yanlarında orak-çekiçli bayrakları yok. Partizan üniformaları da yok, üzerlerinde. Fakat ihtilâlci Troçki’nin yüz sene önce M. Kemal’e yaptığı tavsiyelerin o kadar ötesine geçtik ki; sosyalizmin temel kurallarını Millî Eğitim Bakanlarının direktifleriyle müfredatlara koyduk. Belediye başkanlarımız, bazı Avrupa şehirlerinde olduğu gibi, “kadın-erkek” karışık yüzme havuzları için kolları sıvadılar. Lüks otellerin barları ve yüzme havuzları “kızıl Moskof’a” votka patlattıracak kadar komünistleşti.

Gördüğünüz üzere komünizm veya sosyalizmin siyasetle hiçbir işi yokmuş. Siyasetle durdurulacak bir veba da değilmiş. Çünkü her insana farklı bir yoldan bulaşan bu hastalığın yegâne çaresi “Allah’a ve ahirete” iman imiş. Ciğerparelerimizi elimizden alan, güzel yurdumuzun dört bir yanını fuhuş haneye çeviren, kahraman Türk milletini karın tokluğuna çalıştırıp elindeki-avucundakini gasp eden, bin seneden fazladır aynı zevkleri, kaderi ve imanı paylaştığımız Türk olmayan kardeşlerimizle bizi düşman eden ve annelerimizi de sabahın karanlığından akşamın alacasına kadar bir lokma ekmek peşinde koşuşturan komünizmi ne siyaset ile ne asker kuvvetiyle, ne diplomasi ile ve ne de bir başka fizikî metot ile durdurmamız mümkün değilmiş, anladık.

İçinde bulunduğumuz gayet tehlikeli vaziyeti anlatırken, tarihimizin tecrübe ile gösterdiği başarılarımızın metotlarını da yazacağız. Dünyanın beşte üçünü; Rusya, Balkan, Çin, Küba ve daha başka irili-ufaklı devletleri kullanarak üzerimize gelen komünizmi Allah’ın izniyle püskürtmüşüz. Gel gör ki, “dün dünde kaldı”. Bu günün silâhı, metodu ve stratejisini hem siyasetçiler, hem komünizm sermayesiyle mideleri dolduğundan takatsiz kalan sivil-toplumlar ve hem de hâkim medya cereyanıyla hipnoza yatırılmış bir kısım halkımız; Kur’ân şakirtlerini bu kudsî mücahededen alıkoyuyorlar. Ahir zamanın bu dehşetli dinsizlik cereyanına karşı çalışacak insanlarımızı, enerjimizi, sermayemi#zi ve zamanımızı; elimizle bize zayi ettiriyorlar. Bediüzzaman’ın bir asra yakın öteden bize verdiği mesajı tekrarlayarak, mevzumuzu bir başka yazı ile bitirelim, inşaallah.

“Çünkü dinsizlik Rus’u, şimdiye kadar yarı Çin’i ve yarı Avrupa’yı istilâ ettiği halde, bize karşı tecavüz ettirmeyip tevkif ettiren, hakaik-i imaniye ve Kur‘âniyedir. Yoksa Rusların tahribat nev’inden manevî kuvvetlerine karşı adliyenin binden birine maddî ceza vermesiyle; serserilere ve fakirlere, zenginlerin malını peşkeş çeken ve hevesli gençlere ehl-i namusun kızlarını ve ailelerini mubah kılan ve az bir zamanda Avrupa’nın yarısını elde eden bir kuvvete karşı, ancak ve ancak manevî bombalar lâzım ki, o da hakaik-i Kur‘âniye ve imaniye atom bombası olup o dehşetli solculuk cereyanını durdursun. Yoksa adliye vasıtasıyla yüzden birine verilen maddî ceza ile bu küllî kuvvet tevkif edilmez.” (Emirdağ Lâhikası, s. 310)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*