“Konstantiniyye elbet fetholunacaktır”

“Konstantiniyye elbet fetholunacaktır. Onu fetheden emir ne güzel emir, onu fetheden asker ne güzel asker.” Bu kudsî kelâm ve müjde sadece bir tebşir, bir teşvik ifadesi değil, aynı zamanda bir tavzif, hatta emirdi.

“KONSTANTİNİYYE ELBET FETHOLUNACAKTIR”

“Konstantiniyye elbet fetholunacaktır. Onu fetheden emir ne güzel emir, onu fetheden asker ne güzel asker.”

Peygamber Efendimiz (asm) böyle diyerek vermişti müjdeyi. Bu kudsî kelâm sadece bir tebşir, bir teşvik ifadesi değil, aynı zamanda bir tavzif, hatta emirdi. Konstantiniyye’nin fethedilip İslâmbol mânâsı taşıyan İstanbul yapılması emri.  […]

Osmanlı Devleti’nde tıpkı saltanat gibi babadan oğula intikal eden kudsî fetih vazifesi, genç yaşta tahta geçen Sultan Mehmed’in de yüreğini sarmıştı. Lâkin o ecdadı ve babası gibi acele etmemiş, şehri kuşatmadan önce askerî, siyasî, içtimaî ve istihbarî sahalarda hazırlıklar yaparak işe başlamıştı.

Rumeli Yakası’na yaptırdığı hisar da fetih hazırlıklarından biriydi. Dedesinin yaptırdığı Anadolu Hisarı’nı tamir ve tahkim ettirmiş, karşısına Boğazkesen Hisarı’nı yaptırmış, büyük toplar döktürmüş, gemileri karadan çektirerek Haliç’e indirmiş, kral İkinci Teodoros’un yaptırdığı yirmi kilometre uzunluğundaki yirmi metre yüksekliğindeki surları dört bir yanından kuşatarak mehter eşliğinde hücuma geçmişti.

“Allah, Allah, Allah…”

Bu tekbir naralarının coşkusu ile fasılalar hâlinde günlerce devam etmişti hücumlar. Her seferinde Ejderha namı verilen toplar gürlemiş, surların boyunu aşan muhasara kuleleri hareketlenmiş, lağımlar kazılmış, yaylar gerilmiş, kılıçlar çekilmiş, yüz binlerce asker dört bir yandan surlara doğru hücuma geçmişse de muhkem Şehr-i Konstantiniyye surları bir türlü aşılamamıştı.

Muhasaraya muhalif olan bazı paşalar, defalarca yapılan kuvvetli hücumlara rağmen fethin müyesser olmadığını görünce, kuşatmayı kaldırması için padişahı ikna etmenin çaresini aramaya başlamışlar, huzuruna çıkıp çeşitli mülâhazalar ileri sürmüşlerse de çoğunun torunu yaşındaki Sultan Mehmed’i ikna edememişlerdi.

Hazret-i Muhammed’in, (asm) Konstantiniyye’nin Mehdi tarafından fethedileceğini rivayet eden hadis-i şerifini hatırlatmıştı paşalardan biri. Sonra da şehrin askerî muhasara ve mücadele ile maddeten değil, ilimle fethedileceğini söyleyerek onca askerin boş yere telef olmaması için kuşatmanın kaldırılmasını istemişti.

Şehrin maddî fethini müjdeleyen hadis-i şerifi çok iyi bilmekle birlikte, muhtemelen böyle bir rivayetin vardığından haberdar olmayan Sultan Mehmed, mevzu hakkındaki kanaatini öğrenmek için hocası Akşemseddin’e bakmıştı. O da oturduğu yerde kısa bir murakabeye daldıktan sonra müşahedesini heyetin huzurunda padişaha arz etmişti.

“Hünkârım, Peygamber Efendimizin, (asm) Konstantiniyye’yi Mehdi’nin ilimle ve mânen fethedeceğini söylediğine dair bir rivayet vardır. Lâkin o rivayet bu fethe mani değildir.”

“Neden Lala?”

“Çünkü bu maddî fetih, o mânevî fethin mukaddimesi mahiyetindedir.”

Bu hususta yapılan müzakereler ve serdedilen mütalâalar neticesinde, bir kere daha fetih kararının isabetli olduğunu anlayan Sultan Mehmed, ‘Ya ben bu şehri alırım, ya da bu şehir beni alır’ diyerek kararlılığını ifade ettikten sonra karadaki ve denizdeki bütün birliklerine topyekûn hücum emri vermişti. […]

Akşemseddin’in keşfi ile mânevî hisar mahiyetindeki Eyüb muhitinde medfun Eyyub Sultan’ın ruhaniyetinin de muaveneti ile muhkem surlar yıkılmış, fetih ordusu şehre hâkim olmuş, Ayasofya camiye tebdil edilmiş, ilk Cuma namazı kılınarak fetih mânen de tescil edilmiş ve 857 sene sonra da olsa tebşir-i Muhammedî gerçekleşmişti.

Fakat o kudsî vazife henüz bitmemişti. Zîra fetih sadece kaleleri yıkmak, surları aşmak, kapıları açıp şehre girerek, mekâna hâkim olmak ve silâhla hâkimiyeti sağlamak değildi. Onlar fethin bir nevi besmelesi idi. Yani fetih yolunda ilk olarak yapılması gereken işler, aşılması icap eden merhalelerdi.

Asıl fetih ondan sonra başlardı. Zîra fethin mütemmimi gönülleri kazanmaktı. O da sükûneti sağlamakla, halka adâletli muamele etmekle, şehri mamur hâle getirmekle, hayatı kolaylaştırmakla, imkânları paylaşmakla, yani mimarisi, sanatı, musıkîsi, âdâbı ve sair bediî dalları ile her yönden yepyeni bir medeniyet hamlesi yapmakla mümkündü.

Surları yıkıp kapıları açarak Konstantiniyye’ye giren ve Ayasofya’yı camiye tebdil ederek ‘Fatih’ ünvanını alan Sultan Mehmed de onu yapmıştı. Bir yandan fethin medenî, mimarî,  insanî, İslâmî, içtimaî, tabiî cihetlerini plânlarken diğer yandan ahâliye din, inanç ve yaşayış hürriyeti vererek kalpleri fethedip gönülleri kazanma hamlesini başlatmıştı. […]

İSTANBUL’UN MANEVÎ FETHİ

Zamanın sahibi, müceddidi, müçtehidi, vekili, mebusu vasıflarını taşıması hasebiyle, Said Nursî başlattı mânevî fetih hamlesini.

Mânevî fetihte de maddî fethin tarzını takip etti ve tarihte netice vermediği görülen sadece maddî kuvvetle veya siyasî güçle doğrudan müdahale ve fiilî muhasara yerine, Sultan Mehmed’in yaptığı gibi yaptı.

Konstantiniyye’nin maddî fethinin, onlarca hükümdar tarafından defalarca teşebbüs edilmesine rağmen ancak 857 sene sonra, en iyi hazırlığı yapan Sultan Mehmed’e müyesser olduğu gerçeğini nazara aldı. Zamana meydan okuyacak mânevî hisarlar telif ve tesis ederek mânevî fethi gerçekleştirmenin şartlarını hazırladı: Risâle-i Nur Külliyâtı.

Ehl-i küfrü ve onlardan cesaret alan, destek gören ehl-i dalâleti temsil eden menhus ruhu muhasara eden ilk mânevî hisardı bu. Münevverdi, mükemmeldi, muazzamdı, muhkemdi, mütekâmildi. ‘Kur’ân’ın mânevî mu’cizesinin tecessüm etmiş şekli olduğundan beşer eliyle yıkılması, bozulması, dağıtılması, yok edilmesi pek mümkün değildi.

Müellifinin tasrihi ile ‘Bu asrı, belki gelen istikbali tenvir edebilir bir mu’cize-i Kur’âniye’ (Kastamonu s: 19) olduğundan kıyamete kadar mezkûr hususiyetlerini müessir bir şekilde koruyacağı âşikârdı. […]

MÂNEVÎ FETİH MÜCADELESİ HER SAHADA DEVAM EDİYOR

Mânevî fetih mücadelesi her sahada bütün hızı ile devam ediyor.

Aradan geçen zaman içinde fetih güzergâhındaki maddî hisarlar aslına uygun şekilde tamir edildiği ve hisarların, fâtihâne ruhu sinesinde saklayan camileri yeniden yapılıp ibadete açıldığı gibi; mânevî fethin mânevî hisarları hükmündeki cemaatler de ‘tesanüdü temin hususundaki mükellefiyetlerini’ idrak edip ‘dünyaya, enaniyete ait her şeyi feda etme vazifelerini’ yerine getirme temayülü içine girdiler.

Mü’minlerin mâbeyninde mayalanan mânevî fetih ruhu canlandı. […]

Resmî sıfat taşıyan devlet erkânının ve hükümet ricalinin gafletine, bir kısım ehl-i hakikatin onlara tebaiyetine, âlem-i İslâmdan gelen mânevî yardımların büyük ölçüde kesilmesine, ehl-i dalâlet mülhitlerinin inadına, feleğin rağmına olarak, inşaallah o mu’cize-i Muhammediye de gerçekleşecek ve İstanbul maddî bakımdan fethedildiği gibi ‘elbet’ mânen de fetholunacaktır.

Zîra, vazife ve emir mânâsı da taşıyan o kudsî müjdeyi de yine, tılsım-ı kâinatın keşşafı, âlemlerin mutasarrıfı, hâl-i âlemin müdebbiri, müjde peygamberi, muhbir-i sadık, bürhan-ı nâtık, Habib-i Rabbü’l Âlemin olan Resûl-i Ekrem Hazret-i Muhammed Aleyhisselât’ü vesselâm Efendimiz vermiştir.

“Konstantiniyye’yi ilimle ve mânen Mehdi fethedecek.”

(İslam Yaşar, Yeni Asya, 29-31 Mayıs 2019 tarihli dizi yazısından özetlenerek alınmıştır.)

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*