Korku ve eğitim

Sabah kahvaltımı yaptıktan sonra matematik ödevimi yapmak üzere sıcak, sessiz, korunaklı bir anne gibi kucağını açmış kütüphaneye gittim.

Matematik defterimi açtım, kitapta yazılı ödevi çözmeye başladım. Bütün ödevimi nakış hassasiyetiyle yaparak kütüphaneden ayrıldım.

Dersin başlamasına az bir süre kala okula vardım ve derse yetişmek için koşar adımlarla sınıfa geçtim. Bugün sınıfta bulutlu gönlüme güneş doğacaktı, çünkü ödevimi eksiksiz yapmıştım. Matematik dersinde dayak yemek ve azar işitmek bana uzak görünüyordu. Matematik öğretmenimiz zil sesiyle bir biçerdöver hızıyla sınıfa girdi. Kapıya yakın sıradan ödevleri kontrol etmeye başladı. Oturduğum üçüncü sıraya varmadan tokat sesleri duyulmaya başlamıştı.

Matematik öğretmeni sıramıza vardığında ilk olarak arkadaşım Mehmet’in ödevini kontrol etmeye başladı. Öğretmen gaza basılan ağır tonajlı kamyon sesi gibi bir sesle ödevi parmağıyla göstererek, “Bu ne?” dedi ve arkadaşımın çenesine vurmaya başladı. Arkadaşımın yaptığı ödevin çoğu yanlış olmuştu. Öğretmenin kravatı, gömleğin yakasının üstüne çıkmıştı. Sıra bana geldiğinde korkunun yağmur damlalarının şiddetlenerek üzerime yağdığını hissettim. Öğretmen kareli matematik defterimi yanına çekti. Yaptığım ödevleri bir kartal çevikliğinde süzerek avının yanlışını aramaya başladı. “Bu ne?” dediğinde yüreğim yerinden fırlar gibi oturduğum sıradan sıçradım. Gözlerim karardı, artık hiçbir şeyi görmüyor ve duymuyordum. Tokatlar gelmeden dayak yemiş gibi acı duydum. Ardından tokatlar üst üste geldi. Her yediğim tokadın acısı gittikçe azaldı. Öğretmenin konuştuklarından hiçbir şey anlamıyordum. Saatlerce yaptığım ödevlerim boşa gitmişti. Matematik öğretmeni bir ders boyunca ödevleri kontrol etti. Diğer sıralarda duyulan tokat sesleri içime korku okları atarak kalbim yaralanıyordu. Azar ve öfke dolu yüksek sesi “Tembel, işe yaramaz, beceriksiz!” gibi sözleri akıl direksiyonumu elimden almıştı.

Ortaokul yıllarım boyunca parmak kaldırıp ders anlatma cesareti bulamadım. Parmak kaldırmak istedim, ama “Ya yanlış yaparsam, ya heyecanlanır da ne dediğimi unutacak olursam!” düşüncesi bir kılıç gibi sürekli başımın üstünde sallandı. Yıllarca sınıfta sesimi çıkarmadan dersi anlıyormuş gibi dinledim ve öğretmenle göz göze gelmemek için hep kitaba ya da yere baktım. Sınıftaki rüzgârlı hava beni her zaman telâşlandırmıştı. Dersin bitmesini beklerken zili bir kurtarıcı gibi hep sevmiştim.

Yine bir gün matematik dersi başladı ve sınıfın elektrik şarteli inmiş gibi bütün sesler bir anda kesildi. Öğretmen, sınıfa iki bilinmeyenli denklemle ilgili bir işlem sordu. Soru sessizlik içinde havada kaldı. Öğretmenin emeğinin karşılığını bulamayan bir baba gibi gözleri öfkeyle kızardı. Öğretmenin kızdığını anlayan öğrenciler, kopacak fırtınanın onlara bir zararı dokunmasın diye sıralarında sessizliğe büründüler. Öğretmenin sorusuna kim cevap verecek diye çaktırmadan etrafıma kaçamak bir bakış attım. Sorunun cevabını biliyordum, ama ya yanlış cevaplarsam diye boğazıma takılan bir lokma gibi öylece kaldım. Bütün sınıfın nefesi kesilmişti. “Biri cesaret gösterip işlemi yapsa da hepimiz kurtulsak!” diyordum kendi kendime. Herkes sus pus olmuştu. Matematik öğretmeninin ses tonu gittikçe daha da yükseliyordu: “Bu kadar zamandır anlatıyorum. Hâlâ soruya öküzün trene baktığı gibi bakmanızdan bıktım” dedi. İkinci sırada oturan ufak tefek bir öğrenciye, “İşlemi çöz bakalım!” dedi. Öğrenci, son nefesini verir gibi tahtaya çıktı. Başına bir kurşun sıkılacakmış gibi iki de bir dönüp öğretmene bakarak işlemi titreye titreye tahtaya yazdı. Titreyen elinden tebeşir iki sefer yere düştü. Sonra işlemi doğru olarak çözünce rahatlamıştık. “Oh be, nihayet biri cevap verdi!” diyerek dayak yemekten kurtulduğumuzu sandık. Öğretmen, arkadaşımızın yakasından tuttu, “Niye şimdiye kadar bekledin!” diye öğrenciyi tokatlamaya başladı. Öğrenci, “Korkuyordum.” dedi. Öğretmen: “Benden neden korkuyorsun ki?” diye bağırıyordu. Bu arada öğretmenin yüzü, ter ve toz karışımıyla çamura bulanmıştı. Öğrenci ise suya batırılmış gibi ter içindeydi. Ders zili çaldığında herkes derin bir oh çekmişti. Öğrenci yerden yorgun bir savaşçı gibi kalktı. Öğretmen sınıftan çıkarken tehditler savurarak “Önümüzdeki derste konuya devam edeceğiz.” dedi.

Lise ikinci sınıftaki Cahit öğretmenimin korkuyla aramdaki bağı koparmasına kadar sınıftaki işkence günlerim sürdü. Yumuşak bir gönül esintisiyle ve güvercin ürkekliğindeki çekingenliğimi sınıf karşısında beni konuşturarak korkumla yüzleştirdiğim gün, içimdeki korku gitmişti. Cahit Hoca, güven veren derin hoşgörüsü ile beni Lokman Hekim gibi tedavi etti. Sonraki yıllarda artık korkmadan konuşabiliyordum. Korkuyu bir torbaya doldurarak ağzını bağladım ve bir daha dönmemek üzere derin bir çukur kazarak gömdüm. Öğretmenliğimin ilk gününden itibaren girdiğim bütün sınıflarda önce korkuyu gönüllerden sildim sonra derse başladım

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*