Korona ile kıyamet provası

Biliyorum, başlığımızın maksadını aştığını söyleyeceksiniz.
Bir kısmınız komplo teorisi ile bazılarınız da mübalâğa ile ilişkilendirecekler. Okuyucu haklıdır, kaidesiyle ‘eyvallah’ diyoruz.

Bir hastalığın mahiyeti bilinse ve teşhis konulsa; hem telâş biter ve hem de tedavi süreci başlamış olur… Fakat koronanın mahiyeti hâlâ meçhul. Nobel ödüllü tıp âlimleri bu virüsün insan müdahalesi neticesinde böyle dehşetli bir hal aldığını söylüyorlar. ABD hükümeti de bu tezi destekliyor. Nobel ödüllü Fransız Ruck Montenegro adres olarak Wuhan’daki neocon laboratuvarlarını gösterirken başkan Macron patronlarını takip ile inkâr ediyor. Millî devletlerin enstitüleri Çin’i suçlarken WHO ile Cambridge üniversiteleri Komünist Çin hükümetini temize çıkarmaya çalışıyorlar. Bu arada yetiştirdikleri bir Habeşiyi dünya sağlık örgütünün başına getirip kurumun yüzde seksen beşlik giderini karşılayan global ilâç firmaları da koronanın Çin’deki hayvan pazarından dünyaya yayıldığını iddia etmeye devam ediyorlar. Biz de herkes gibi gelişmeleri penceremizden takip etmeye devam edeceğiz. Bu yazıdaki maksadımız koronadan ziyade onun arkasındaki idarenin yürümekte olduğu hedefler olacaktır.

Dünyamızdaki yaratılış sistemlerine müdahale ile birçok denge ve düzenin bozulduğuna dair bir çırpıda bilimsel dergilerde yüzlerce makale bulabiliriz. Yaratıcının koyduğu düzeni bozmaya yönelik hazırlanan projelerden bahsediyoruz. Sizdeki tedaisi elbette gen teknolojisi, çevre, atmosfer, klonlama, yer kürenin merkezine doğru nükleer müdahaleler ve nihayet canlı hayatına biyolojik müdahale ile sınırlı kalmayacaktır. İnsanın robot derekesine düşürülmesi çerçevesinde yapılan deneylerden tutalım, toplumu “sürü psikolojisine” getirme istikametindeki sosyal projelere kadar… Neocon-neoliberallerin dünyamızın fukara halklarından gasp ettikleri paraları hayır fonlarına aktarılan yüz milyarlarca dolarla neler yapılmaz ki?

Bir sınıf insan düşünelim ki; insanın bizzat kendisine düşman olmuş ve bütün değerlerini bozmak istiyor: aile, ahlâk, evlilik, kadın, demokrasi, adalet, inanç, sanat, tarih, estetik, kültür ve yaratılış… Bahsettiğimiz bu temel değerleri tahribe çalışan sınıfların, insanların, büyük sermayedarların, bilimi kötüye kullananların varlığını hangimiz inkâr edebiliriz ki? İnsan neslini tüketmeye, Adem (as) babamızdan bize gelen insanlık zincirini parçalamaya ve hatta dünyamızı yörüngesinden saptırmaya çalışan enstitülerin büyük Think-Thank kuruluşlarını hem Avrupa ve Amerika’da ve hatta Çin’de bolca bulabilirsiniz: Kürtajı, eşcinselliği, çalışmadan sosyal devlet sırtından geçinmeyi ve sefahatin insanın ahlâk, sağlık ve fıtratının boyutlarını aşan şekillerini “temel hak” kabul eden global cereyanların varlığını hepimiz biliyoruz. Şu bahsettiğimiz tahribatçılar kendilerini küresel güç merkezlerinin korumalarına teslim ettiklerinden, çalışmalarının mahiyetlerine bir türlü ulaşılamıyor.

Avrupa ve Amerika hükümetlerindeki demokratik gelişmeler, bu sürüleri Çin’e uçurduğunu 20 sene önce yazmıştık. Komünist diktatör Çin’i; para, teknoloji transferi, rejimin emniyeti ve kapalı devre sistemleriyle takviye ederek; kısa zamanda dünyanın süper gücü konumuna getirdiler. Yalnız bu süper gücün emrindeki bir milyar köleden, iş kazasında ölenlerin senelik toplamı 300 binleri geçtiğini uluslar arası uzman kuruluşlar söylüyorlar. Çin gribinden ölenlerin sayısı henüz 300 binlere ulaşmadı. Avrupa-Amerika menşeli insanlık-yaratılış düşmanlarının deney ve icraatlarını neden Çin’e taşıdıklarını koronadan sonra daha iyi kavramaya başlıyoruz. Koronayı başka salgın dalgalarının takip edeceğini bilim adamlarının makalelerinden okuduk. İnsan eliyle ortaya çıkan bu ölüm dalgasının hangi aralıklarla dünyamızın yedi kıt’asını saracağını daha bilemiyoruz. İnsanoğlunun kendi sonunu hazırlaması anlamına gelen bu çalışmalara rağmen semavi dinlere düşman bu tahribat cereyanlarının, demokratik devletlerin kontrolüne geçmesi istikametinde irade koymayanlara; cellâdına âşık şaşkınlar nazarıyla bakamaz mıyız? Ahir zaman hadiselerini Kur’ân laboratuvarında tahlil eden Bediüzzaman’ın eserlerindeki bazı ifadelerle korona hadisesini karşılaştırdığımızda; endişe ve tedirginlikte çok haklı olduğumuz ortaya çıkıyor. Said Nursî, insanın kendi kıyametini koparacağından bahsediyor. Kirli ve bulaşık eliyle ürettiği veba gibi hastalıklarla sonunu getirebileceğinden de haber veriyor. Allah’ın verdiği nimetlere şükredeceği yerde, onu inkâr ederek ilmi inkişafları ileri teknolojileri ve global sistemleri şerde kullanmaya başladığında, Yaratıcı elbette bu dünya kapısını insanoğlunun yüzüne kapatarak kıyameti koparacaktır. Tarih buna şahittir: İşte Sedom ve Gomore… İşte Pompei veya Aspendos. Ter-ü taze müzeler halinde insanlığın dışına çıkanların dramatik sonlarını sergiliyorlar. O zamanlarda dünya bu denli küçük değildi. Farklı coğrafya ve kavimlere peygamberler gönderiliyordu. Ve yaratıcı dinlemeyerek cezayı hak edenlere de karşılığı sınırlı kalıyordu. Ya şimdi? Dünya bir köye dönüştü demiyor muyuz? Köy odasına ve ihtiyar heyetine veba bulaşıyorsa köyde kim sağlam kalabilir ki?

Biliyorum ‘içimizi kararttınız’ diyeceksiniz…

Bir ümit ve iyileşme çaresi soracaksınız…

İnşallah zamanın Kur’ân tefsiri Risale-i Nur’dan birlikte aramaya devam edeceğiz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*