Koronada demokrasi farkı

Çinli virüsün ölümcül yayılışı azaldıkça, geride bıraktığı enkazın muhasebesiyle ilgili yazılar medyada görülmeye başladı.
Tahribatın ekonomik sosyal ve siyasî boyutlarının istatistiki rakamları ile ülkelerin salgın sürecindeki politikaları birlikte veriliyor. Neticeler ortaya çıkıp aktüel bilgiler geldikçe, ülkelerin salgın esnasındaki tutumları hakkındaki değerlendirmeler de değişiyor. Meselâ kuzey Avrupa’da İsveç’in tutumu, başta çok tenkit edilirken şu sıralar WHO örgütünce tebrik ediliyor. Sosyal hayata ara vermeyen İsveç, hiçbir sosyal kurumu kapısını kapatmadığı gibi; yalnızca halkı zamanında bilgilendirmekle yetindi. Tenkitlere aldırış etmeden halkının sağduyusuna ve tedbirlerdeki dikkatine güvendiği ile yetindi. Belki de bütün İskandinavya ülkeleri hakkında bunu söylemek mümkündü. Halkının eğitimine ve demokratik tercihlerine itimat ile örnek bir demokratik duruş sergileyen İsveç’in methedilmesi, elbette dolaylı olarak İskandinavya demokrasilerini alkışlama manasına geldiğini biliyoruz.

İsveç’e nazaran Almanya’nın okulları tatil etmesi, toplantıları iptal etmesi ve ibadethaneleri Mayıs ortalarına kadar kapatmış olması; hem eğitim ve hem de demokrasi de Almanya’nın İsveç’e ulaşamadığını gösteriyor. Angela Merkel ekibi üzerinden neoliberal-neocon ittifakının Almanya’ya yaptığı ayarın bozukluğu, yine İskandinavya ile yaptığımız mukayese ile belirgin hâle geliyor. Her ne kadar Avrupa’nın sair ülkelerine göre başarılı bir grafik yakalamış olsa da krizi yönetmede İsveç’e yetişememesi, bize göre demokrasi farkından oluşuyor.

Demokrasiyi fıtratın bir parçası; adalet ve hukukun üstünlüğünü İslam şeriatının esas iskeleti olduğunu bilenler, elbette demokrasinin de yüzlerce derece ton ve renklerle olacağını kabul ederler. Koronavirüs salgını; hem insanların sağlığı hem ekonomiye getirdiği yük ve hem de sosyal hayattaki karmaşası cihetiyle en hafif atlatan (1 Mart ile Mayıs 2020 sonu itibari ile) ülkelerin demokraside en ilerde olmaları, şu süreçte dünya kamuoyuna görünen bir hakikat oldu.

NE KADAR DEMOKRASİ O KADAR İSLÂMî HAYAT

Koronanın semavî bir ikaz olduğuna İbrahimi din mensupları inandıklarından, devletlerin mabetler ve halkın ibadetini düzenleme yönünde aldığı tedbirler de, hak ve hürriyetler noktasında ölçüler oluşturdular. WHO bütün ülkelere dikte ettiği önlemleri, bağımsızlıkları gereği kendilerince makul olanları kabul edip; panik ve hürriyet şiken tedbirlerini yok sayan İsveç; her zaman olduğu gibi vatandaşlarının ibadetlerine yardımcı oldu. Hiçbir kısıtlamaya gitmedi. Kiliseler ve camiler, isteğe bağlı olarak bünyelerinde ufak tefek değişikliğe gittiler. Ayrıca, semavi dinlere inanmayan grup ve yapılanmaların bu süreçte temerrütte bulunmaları ve Berlin gibi şehirlerde dinsizlik ve ahlâksızlıklarını anarşi boyutuna taşımaları da, birçok siyasetçi ve idarecideki yanlış telakkiyi bir kez daha düzeltmiş oldu: Allah’a ve ahirete inananlarla aynı toplumda yaşamak daha sağlıklı, emniyetli ve onların idareleri daha kolay imiş.

Daha önceki yazılarımızda, Mayıs ortalarından sonra Angela hükümetinin, Müslümanların anayasa mahkemesinde aldırdıkları karar üzerine ibadethanelere müsaade ettiğini yazmıştık. Gece ve toplu ibadete getirilen kısıtlamayı da içinde bulunduğumuz haftanın ortasında kaldırdılar. Başta Türkiye olmak üzere birçok İslâm ülkesinin kutsî zamanlarda ibadethanelerin kapılarına kilit vurmaları, halkları nazarında demokrasi ön yargılarını da düzeltecek kanaatindeyiz. İstibdata dayalı keyfi iktidarları menfaatine, Müslümanların din ve vicdan hürriyetini hiçe sayan söz konusu idarelerin üzerindeki örtüyü de kaldıracağını ve oradaki halkların “doğru hürriyetlerle” uyanacağını temenni ediyoruz.

Ramazan-ı Şerif boyunca; teravihleri ve toplu iftarları kısıtlayan uygulamalardan dolayı hem Almanya genelinde ve hem de çoğu mahallerde Müslümanlardan özür dileyen idarecilerin tutumları da demokrasinin faziletini burada yaşayanlara gösteriyor.

Şu yazının çerçevesine yalnızca AB ülkelerini aldık. Avusturalya ve Yeni Zelenda gibi demokrasi kriterleri Avrupa birliğine yakın ülkeleri… Kerameti kendisinden ve WHO üyesi ülkelere dağıttığı rüşvetlerden menkul komünist Çin ve ona yakın ülkelerden bahsetmenin mantıksızlığını biliyoruz. Diğer taraftan da; ilim, medeniyet ve imkânsızlıkları cihetiyle “tedbirsiz sürü politikasını” takip ederken hiçbir toplu ibadete müdahâle etmeyen ülkeler de burada mevzu bahis değildir. Bilime dayalı, insanın insanca muamele gördüğü ve demokrasinin esas alındığı ülkelerin şu süreçteki başarılarının sırlarını bir yere kaydetmemiz gerekiyor. Zira tüm işaret ve belirtileriyle deccaliyetin medeniyete yeni bir saldırısı üslubuyla globalce insanlığa gelen bu musibetin akıbetini bilemiyoruz. Gururdan başları göğe değecek kadar firavunlaşan bazı batılı “bilim enstitülerinin” semavî dinlere inanmayan mensupları sarayın kahin, büyücü ve sihirbazları gibi çaresizce koronaya bakıp duruyorlar. Veya koronanın mahiyetini bilip hangi ellerce insanlığa musallat edildiğini açıklamak isteyen hekim, araştırmacı ve diplomatların fail-i meçhul cinayetlerle ortadan kaldırılmaları, âlimleri ve siyasetçileri “dut yemiş bülbüllere” döndürdüler. İnsanlığın endişeli nazarlarını medyaya yansımalarından görüyoruz.

Fakat en önemli endişelerinin başında; helâk olmuş kavimlerin “İlâhî ikazlara meydan okumaları” endişesi geliyor ki; inşallah demokrasilerdeki “millî iradenin kuvvetine” dayanan askerî ve emniyet yapılar buna imkân vermeyecekler ve insanlık ilim ve hikmetin ön gördüğü tedbirler eşliğinde, gösterdiği yolda hayatına devam edecek diye duâ ediyoruz.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*