Bu yanlış bir görmektir, yanlış bir tanımaktır…
O hakikat yolcuları ki, “Oku!” emr–i İlâhîsine mazhar olmayı hayatın en mühim bir gayesi bilirler. Ve aynı saikle, o kudsî emir istikametindeki mânâları neşr ve ilân eden eserleri ellerinden düşürmezler; mütemâdiyen okurlar, mütalâa ederler, ders yaparlar…
Okunan eserler külliyâtı bir bahçedir; her bünyeye uygun çeşit çeşit nûrânî meyveler verir. Bir mektep, bir medresedir; her mizaca, her zekâvete hitab edecek kelâmı bahşeder. Bir eczahane, bir şifâhanedir; her nabza uygun şerbeti sunar.
Hulâsa, ilimlerin harmanıdır, duyguların dermanıdır, bir tefekkür ummanıdır okunan külliyât: Risâle–i Nur Külliyâtı…
Can fedâ etmek kolay; lâkin hayatı fedâ etmek zordur.
Bir ömür boyu okumak, okunanı nefse tatbik etmek; evet, işte bu hayatı fedâ etmek demektir.
Canı fedâ edip bir kez şehid olmaya bedel, nefisle cihad–ı ekber içinde olup her gün şehid sevabını kazanmak, elbette kolay değildir.
Bu ise, nihayetsiz bir azm u sebat ister. Herkes yapamaz bunu. Her babayiğit tahammül edemez bunca uzun eziyete, zahmete, meşakkate…
İşte, “hayatı fedâ” etmeyi gerektiren bu çileli yolda yürümeyi göze alamayan bir kısım “mücahit taslakları” külliyat okuyucuları için bakın neler diyor, neler: “Siz, daha ne zamana kadar dört duvar arasında kalacaksınız? Yıllardır hep aynı şeyleri okuyor, aynı şeyleri yapıyorsunuz. Elinizden kırmızı kapaklı kitapları düşürmüyor, gece–gündüz durmadan okuyorsunuz. Tek tek okuyor, cemaat halinde onlardan ders yapıyor, ama aynı yerde duruyor, hep dört duvar arasında kalıyorsunuz. Bir adım ileriye gitmiyor, açılım yapmıyor, geniş alanlara el atmıyorsunuz.” V.s…
Dur bre gafil, dur! Enginlerde otur da, selâmette kal. Katı yükseklerden uçucu olma! Sonra başın döner, düşersin; kolun kanadın kırılır… Bak, senin gibi uçmaya heveslenip düşen, serseme dönen nice kör ve sağır, nice çolak ve topal adam var ortalıkta…
* * *
Bilemeyiz, bazılarına nasihat kâr eder mi, bir faydası olur mu?
Ama biz yine de seslendirelim inancımızı…
Gafiller bilmelidir ki, âfâka açılıp boğulmak değil; deryayı damlaya sığdırmaktır asıl maharet.
Kezâ, âlemin uçsuz bucaksız köşelerine gitmek değil; kâinatı ele–avuca alıp dört duvar arasına sığdırmaktır aslolan.
Ve, kâinata sığmayan Allah’ı, bir insanın kalbine sığdırmaktır, asıl hakikat…
Benzer konuda makaleler:
- Selefiliğin tarihi kökeni, günümüz Selefileri ve IŞİD
- Peygamber efendimizin iletişim tekniği
- Risale-i Nur´un Metod ve Gayesi
- Mehmet Kutlular: Bir nur talebesinin siyasetteki istikameti
- Terörün çözümü Bediüzzaman’da
- Şehidliğin türleri
- DNA ve genetik kotların Risale-i Nurdaki yansımaları