Kültürler Savaşı

Belli bir sahada uzun süre yoğunlaşan ilim ve fikir adamlarında hassasiyet keramet derecesine çıkar. Önsezi ile inkişafları toplumdan önce fark eder. Ama bazan bu önseziler, hadiselerin faillerini yanlış adreslerde de aramaya sevk edebilir. Bediüzzaman Hazretleri Osmanlı mülkünde 1920’lerden sonra çıkacak “dehşetli komite istibdadının” bilhassa Tanzimat ve sonrası üdebasınca hissedildiğini, fakat taşların yanlışlıkla masum ve mazlum bir sultana atıldığını ifade eder.

Asrımızda, sınıf ve kıtalar arası insanî çatışmalar üzerine yoğunlaşan Samuel Huntington gibi yazarlar da kanaatimizce istikbaldeki dehşetli gizli-açık çatışmaları hissediyorlar. Genel anlamıyla önsezilerinde bir hakikat payı var ise de tesbit ettikleri çatışma alanları yanlış. 1945’ten sonra inşa edilmeye başlanan yeni dünya düzeninde çatışmanın semavî dinlerle, Allah’a baş kaldırmış, fen ve felsefe ile insanlığı, medeniyeti ve istikbali tahribe yönelmiş “Deccaliyet” arasında devam ettiğine yüzlerce delil var. Bediüzzaman Hazretlerinin Lem’alar isimli eserinde Müslümanlık-Hıristiyanlık ittifakı adına “Deccaliyetin” fikir cephesine verdiği notayı, Mektubat isimli eserinde İsa’nın (as) dönüşü ve mücadelesiyle ilgili bahislerle birlikte okuduğumuzda, bu yeni süreç daha belirgin bir şekilde ortaya çıkar. Tüm semavî dinlerin ittifakla haber verdikleri dehşetli Deccaliyetin özellikleriyle icraatları incelendiğinde; fen ve teknolojiden istifade ile insanlığın temel değerlerini, mukaddesatını ve hatta mahlûkatın nesillerini tahribe çalışan cereyanın kırk başlı bir ejderha gibi her tarafı nasıl kavurduğunu daha iyi anlamaya çalışıyoruz.

Aileyi, toplumu ve tüm insanlığı hasis menfaatleri uğruna ateşe veren bu cereyanın dinsiz felsefeden doğduğundan kimsenin şüphesi yok. Bilhassa İngiltere, Amerika ve İsrail gibi yerlerde her türlü imkâna sahip, en son teknoloji ile donanmış enstitülerde insanlığın ve yaratılışın zararına hangi dolapların döndüğünü maalesef ok yaydan çıktıktan sonra öğrenebiliyoruz. İnsanlığın hizmetinde, kontrollü ve şeffafça gelişmesi gereken teknolojilerin ancak belli savaşlardan sonra veya sansasyonel bazı haberlerle insanlığın aleyhinde kullanıldığından haberdar oluyoruz.
Atom bombasının mahiyetini, insanlık iki yüzelli bin hemcinsinin ve sayılmayacak çoklukta hayvan ve nebatatın vefatıyla anlayabildi. İkinci Dünya Savaşından sonraki tüm sıcak savaşlar, söz konusu Deccaliyetin insanlığı ve çevreyi tahribe yönelik deneylerinden başka birşey değildir. Dünya menfaatine takılı kalmış tek gözüyle, gördüğü her türlü varlığı uhdesine almaya çalışan hasis, haris, zelil ve dessas bir ruhun yapmayacağı kötülük olabilir mi?

Belli bir ülke veya coğrafyanın Deccalı tek başına temsil edemeyeceğini Rusya’nın yıkılışıyla birlikte gördük. Bir cihetiyle “Demirperde” bu cereyanın belli kalıplar içinde belli bir zaman donuk kalmasına vesile olmuş. Biliyoruz ki, Deccaliyetin doğduğu coğrafya Rusya değil, hür Avrupa idi. Denilebilir ki, doğu blokunun dağılmasıyla hür Hıristiyan Avrupa’ya bir rehavet çöktü. Komünizmle birlikte dinsizliğe olan tepki de biraz kırıldı.
Doğrusu “Deccaliyet” dünyanın en zengin laboratuvarlarında, en zengin komitelerin paralarıyla maalesef insanlığın beyin hücrelerinde ve damarlarında dolaşma imkânı buldu. Deccaliyetin hür dünyada alan kazanma zamanına denk düşecek tarzda 1980’lerden sonra Türkiye’de sür’at kazanan dünyevîleşme veya ahlakî bozgun da dikkatimizi çekmelidir. İnsanlığın bu zaman öncesinde kesinlikle çerçevesine yanaştırmadığı ahlaksızlığın gizli bazı zındıka komitelerinin ülke idarelerine sızmasıyla nasıl yayılma istidadı gösterdiğini geçen yirmi sene zarfında daha iyi gördük. Teknolojinin bu tahrip ve dejenerasyonda kullanıldığını—laboratuvar çalışmaları, gen teknolojisi, tv, basın ve internet gibi örneklerde—hüzünle takip eden insaniyetperver Avrupalı âlimler maalesef sermaye sahiplerince oralara yaklaştırılmıyor.

Yukardan beri anlatmaya çalıştığımız bu dünya çapındaki dehşetli tahrip hareketine başta Hıristiyanlık olmak üzere hangi kültür taraf olabilir ki… Bilâkis evlâdını ve neslini kurtarma uğruna karşısında olup, Kur’an’dan istifade ile mücadele ettiğini yaklaşık elli seneden beri okuyor, duyuyor ve görüyoruz. Bu dehşetli cereyana karşı mücadelede elinde yeterli fikrî ve manevî silahı bulunmayan Hıristiyanlara Müslümanlar cehaletlerinden düşman veya lakayd olurlarsa; elbette Yahudi Samuel Huntington, semavî dinlerin haber verdiği ve dünyanın hayatını ilgilendiren bu çatışmayı Avrupa ve Asya kültürleri arasında göstermeye çalışacaktır.

Evet, bir çatışma var. Fakat Hıristiyan Avrupa ve Amerika ile Müslüman Asya arasında değil… Çatışma, insanlığın temel değer ve mukaddesatlarına düşman “Deccaliyet” ile ona karşı insanlığı ve dünyayı kurtarmaya çalışan Müslüman-Hıristiyan ittifakı arasında cereyan ediyor. Bu ittifak gafil davrandığı takdirde, o dehşetli komite Amerikan hükümetinin beyin ve damarlarına gizlice girerek bu Hıristiyan ülkeyi yanlış cephelere sevk edebiliyor.
Fakat Kur’ân’ın vaadi haktır. Bazı dehşetli hadiseler, Hıristiyanların insaniyet-i kübra veya İslamiyete yönelmesini hızlandırıyor. İsevî ruhanîlerin Hıristiyanlık âlemine “maya” olmasına vesile oluyor. Ahirzaman Mutlusuna hüve hüvesine ittiba eden kutlu cemaatin âlem-i İslama “maya” olması gibi….

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*