İnsan, Allah’ın kendisi için takdir ettiği ömür süresince, nefsinin sahip olduğu bu olumsuz özelliklerden dolayı yaralanmakta ve nefsini arındırmaya çalışmaktadır. İşte insan, nefsini arındırarak, Kur’ân ahlâkındaki mükemmelliğe ulaşmak için çaba harcamaktan sorumludur. Buna rağmen, hayatının sonuna kadar, yaşadığı her anda yaptığı her fiilde hata yapmaya açık bir varlıktır.
İnsanlar arasında sevgi ve dostluğun yayılması ve yaşanabilmesi için, karşılarındakinin ve kendinin bu hata yapmaya açık olan durumlarını, hata yapabilme ihtimalini, unutmamaları gerekir.
İnsan, sevdiği kişiye, insana karşı haddinden fazla sabırlı ve affedici olmalı, kusurlarına karşı sabır ve anlayış göstermeli, onun eksiklerini telâfi etmeye çalışmalıdır. Çünkü sevmek ve sevilmek, anlamak ve anlaşılmak, sabırlı olmayı, fedakârlıkta bulunmayı gerektiren özelliklerdir. Hatalar karşısında gösterilecek olan sabır, kişiler arasında sevgi ve hoşgörünün gelişmesini, yayılmasını sağlar.
Mü’minler, dinlerinin gereği olarak birbirlerine güvenip, Müslüman oldukları ve birbirlerine saygı duydukları için, birbirlerinin hatalarını hoşgörü ve affedicilikle karşılarlar, zaten karşılamalılar da. Müslüman kardeşinin, sadece hatasını telâfi edebilmek ve Kur’ân ahlâkını en güzel şekilde yaşayabilmek için gösterdikleri ihlâslı hareketler neticesi, tek başına onlara karşı sevgi ve saygı duymaları için yeterlidir. Bu sebeple, kardeşlerinin yanlış bir sözüyle ya da tavrıyla karşılaşsalar bile, ona karşı sabır gösterir, en güzel davranışla karşılık verirler. Âyet-i kerimede belirtildiği gibi; “Öfkelerini yutanlar ve insanların kusurlarını affedenler…”den2 olurlar veya “Onlar boş sözlerle, çirkin davranışlarla karşılaştıkları zaman, izzet ve şereflerini muhafaza ederek oradan geçip giderler.”3
Peygamber Efendimiz de (asm), mü’minlere, Müslüman kardeşlerinin kusurlarını örtmelerini, onlara destek olmalarını buyurur: “Kim bir Müslümanın ayıbını örterse, Allah da onun dünya ve ahirette ayıbını örter. Kim de musîbete uğrayan bir kimsenin musîbetini bertaraf ederse Allah da kıyâmette onun musîbetlerinden birini defeder. Kim de kardeşinin hacetini görürse Allah da onun hacetini görür.” Çünkü “Mü’minler kardeştirler.”4 Ve zaten mü’minler de, “Birbirleriyle iyilik ve takvada yardımlaşırlar.”5
Allah’ı seven ve daima O’nun rızasını kazanmaya çalışan bir insanın sabrı, cahiliye toplumlarındaki kimi insanların sabır anlayışlarından çok farklı olması gereklidir. Bu gibi insanlar, eğer karşılarındaki kişiden bir çıkar bekliyor veya toplumun tepkisinden çekiniyorlarsa, bazı durumlarda tahammül sınırını genişletebilirler. Mütehammil olan, yani tahammüllü kişi, kendini surat asmaya, söylenmeye, aksilik çıkarmaya hakkı varmış gibi görür. “Bu kadar zorluğa katlanıyorum, bunun karşılığında istediğimi yapmak hakkım” gibi bir düşünceye kapılabilir. Meselâ, hasta bir yakınına bakmak zorunda kalan bir kişi, eğer Kur’ân hükümleriyle donanıp ahlâklanmamışsa, bir süre sonra bu durumdan sıkılmaya, öfkelenmeye ve şikâyet etmeye başlayabilir. Geceleri uykusuz kaldığını, yorgun düştüğünü, işinin çok zor olduğunu ya da kimsenin kendisi gibi böyle bir zorluğa katlanamayacağını söyler. Bu durumdan duyduğu sıkıntı ve içinde yaşadığı öfke açıkça hissedilir. Hasta olan yakınını minnet altında bırakacak konuşmalar yaparak veya davranışlarıyla hissettirerek, ona, kendisine borçlu olduğunu hatırlatır.
Kur’ân ahlâkıyla sabrı öğrenmiş bir insan ise, sevdiği bu yakınının her türlü isteğine, ihtiyacına şevkle ve samimane, ihlâsla karşılık verir ve ona elinden geldiğince yardımcı olur. Yani yaptıklarından dolayı karşısındaki kişiyi asla minnet altında bırakmaz.
Halbuki hasta çocuklara ve mâsum çocuklar hükmünde olan ihtiyarlara hizmet eden hasta bakıcılar bilse ki; önlerinde mühim bir ticaret-i uhrevîye var. Şevk ve gayretle o ticareti şu şekilde davranarak kazanırlardı:
“Mâsum çocukların hastalıklarını, o nazik vücutlarına bir idman, bir riyazet ve ileride dünyanın dağdağalarına mukavemet verdirmek için bir şırınga ve bir terbiye-i Rabbâniye gibi, çocuğun hayat-ı dünyevîyesine ait çok hikmetlerle beraber ve hayat-ı ruhiyesine ve tasaffî-i hayatına medar olacak büyüklerdeki keffâretü’z-zünub yerine, mânevî ve ileride veyahut âhirette terakkiyât-ı mâneviyesine medar şırıngalar nev’indeki hastalıklardan gelen sevap, peder ve validelerinin defter-i a’mâline, bilhassa sırr-ı şefkatle çocuğun sıhhatini kendi sıhhatine tercih eden validesinin sahife-i hasenâtına girdiği, ehl-i hakikatçe sabittir. İhtiyarlara bakmak ise, hem azîm sevap almakla beraber, o ihtiyarların -ve bilhassa peder ve valide ise- duâlarını almak ve kalblerini hoşnut etmek ve vefâkârâne hizmet etmek, hem bu dünyadaki saadete, hem âhiretin saadetine medar olduğu, rivâyât-ı sahiha ile ve çok vukuat-ı tarihiye ile sabittir. İhtiyar peder ve validesine tam itaat eden bahtiyar bir veled, evlâdından aynı vaziyeti gördüğü gibi; bedbaht bir veled, eğer ebeveynini rencide etse, azâb-ı uhrevîden başka, dünyada çok felâketlerle cezasını gördüğü, çok vukuatla sabittir. Evet, ihtiyarlara, mâsumlara, yalnız akrabasına bakmak değil, belki ehl-i iman-madem sırr-ı imanla uhuvvet-i hakikiye var -onlara rast gelse, muhterem hasta ihtiyar ona muhtaç olsa, ruh u canla ona hizmet etmek İslâmiyetin muktezasıdır.”6
Sabır, Allah’ın Kur’ân’da mü’minlere tavsiye ettiği güzel bir ahlâk özelliği ve Cehennemden kurtuluş vesilesidir de aynı zamanda: “Ey iman edenler, sabredin ve sabırda yarışın, (sınırlarda) nöbetleşin. Allah’tan korkun. Umulur ki kurtulursunuz.”7 Âyetine uygun hareket etmektir.
Allah bizi ve bütün Müslümanları sabredenlerden eylesin. Âmin.
Dipnotlar:
1. Nisa Sûresi, 128.
2. Âl-i İmrân Sûresi, 134.
3. Furkan Sûresi, 72.
4. Hucurât Sûresi, 10.
5. Mâide Sûresi, 2.
6. Lem’alar, 25 Lem’a. 24. Deva.
7. Al-i İmran Sûresi, 200.
Benzer konuda makaleler:
- Tenkit etme marazı
- Gıybet (dedikodu) öldürür!
- Kardeşlerinizi tenkit etmeyiniz
- Anne ve babaya iyilik
- YA GAFFAR!
- Hatasını düzelten hayatını düzeltir
- Tenkitlere açık olmalıyız
- Empati, aile bağlarını güçlendirir
- Reçete: İttihad-ı İslâm
- Risâle-i Nur ve Sağlıkta Toplam Kalite Yönetimi
1 Geri Dönüşüm