Kur’ân güneşinin pırıltıları

Her asır, Kur’ân’ın hakikatleriyle aydınlanmıştır. Yine her asırda Kur’ân’ın elmas kılıçları dalâlete karşı mücadelesini sürdürmüş ve sürdürmektedir. Ve bu mücadele kıyamete kadar sürecek bir süreçtir.

İman ve küfür mücadelesinin sağlıklı devam edebilmesi, iman ehlinin Kur’ân’ın nurlarından sağlıklı istifade edebilmesine bağlıdır. Eğer bu yapılmazsa, neticede hakikatler değil, hakikatleri hayatına katmayanlar kaybedecektir.

O zaman denilebilir ki, bütün problemler, satırlardan uzak olmanın sonucunda ortaya çıkıyor. Satırdan beslenen insanlar rotayı şaşırmıyorlar. Ama ne zaman ki insan, satırlardan uzaklaşıp, kendi bildiklerine, kendi oradan-buradan duyduklarına yönelirse, işte problem de tam burada kendini gösteriyor.

Evet, insan, kendine, kendi bilgisine, karihasına güvenince ve ondan medet arar hâle gelince, o zaman yanılıyor. Çünkü sağlam bir kaynaktan beslenmeyen insan, ister istemez yanılgılara, hatalara düşebilecektir.

Bir mü’minin hayatının Kur’ân’a göre şekillenmesi, İlâhi emir ve yasaklara göre düzenlenmesi onun için hayatî derecede önemlidir.

Kur’ân, ne diyorsa, mü’min onu esas alır. Aklı ermese de, bilgisi yeterli olmasa da, Kur’ân’a dayanan bir hayatın yanılması mümkün değildir. Çünkü güçlü kaynaklar insanı yanıltmaz, yormaz, yolda bırakmaz.

Onun için insan, Kur’ân söz konusu ise, kendi bilgilerini, oradan buradan topladıklarını bir kenara bırakmak durumundadır. Nitekim Kur’ân’dan sağlıklı beslenen bir insan, hariçten gelen bütün bilgilerini Kur’ân’a sormak durumundadır.

Böyle şekillenen bir hayat, elbette dünyadaki bin bir türlü farklı düşüncelere, inanışlara, felsefelere kendini terk etmeyecektir. Nereye gideceği belli olmayan yollara kafa yormayacaktır.

Durum böyle iken, oluşan gündemlerle ilgili küçük de olsa, ‘acaba’lara düşmek, başka düşüncelerden etkilenmek tam bir yanılgı halidir ve tam bir hak yoldan inhiraf halidir.

Elbette mü’minin gündemi, “yaş ve kuru ne varsa herşey içinde bulunan Kur’ân”la şekillenir. Müslüman, kafasına takılan konuları Kur’ân’a danışır. Onun için Kur’ân’da bulunan her şey, en makbuldür, en doğrudur ve en güvenilir rehberdir.

Tabiî bu zamanda, Kur’ân’ı, herhangi bir insanın doğru anlayabilmesi de kolay değildir. Çünkü İslâm coğrafyasında da pek çok nereye gittiği belli olmayan yollar, dalâlet vadilerine akıp giden anlayışlar bulunmaktadır.

Böyle bir süreçte ‘sırat-ı müstakîm’i bulabilmek, onda devam edebilmek, onda hayatı tüketebilmek en önemli meseledir.

O zaman dikkat edilmesi gereken şey, Kur’ân’ın o asırdaki hakikî tefsirini bulabilmektir. O asırdaki peygamberlerin varisi olan âlimleri bulabilmektir. Kur’ân’ın doğru yorumu, isabetli reçeteleri o zaman ancak bulunabilecektir.

Burada oluşması gereken şey, güvendir. Bunu da sağlayan, ‘…yüz yirmi dört bin muhbir-i sadık, ellerinde nişane-i tasdik olan mu’cizeler bulunan enbiyalar ve o enbiyaların haber verdikleri aynı haberleri keşf ve zevk ve şuhud ile tasdik eden ve imza basan yüz yirmi dört milyon evliyanın aynı hakikate şehadetleri ve hadd ü hesaba gelmeyen muhakkiklerin kat’i delilleri…’ dir.

Yani bir hakikat düşünün ki, onun doğruluğunu tasdik eden, insanlık önderleri yüz binlerce şahit varsa, daha o doğru üzerinde bir şüphe kalır mı?

İşte bu asırda da günümüz insanının en fazla ihtiyaç duyduğu şey, şaşmaz ve şaşırmaz bir yol olan Kur’ân’ın bu asırdaki yorumu olan tefsiridir.

O da İslâm âlimlerinin ittifakıyla kabul edilen ve ‘zamanın en iyisi’ olarak isimlendirilen, Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur Külliyatıdır.

O zaman, zamanı doğru anlamak ve Kur’ân’a uygun yorumlayabilmek için bu eser külliyatını hakkıyla bilmek ve hayata katmak bir zorunluluk olacaktır. Yoksa, her an ibrelerin değişmesi kaçınılmaz bir sonuçtur.

Asrın dehşeti arttıkça, Kur’ân pırıltılarının aydınlığı daha bir anlamlı hâle geliyor.

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*