Kur’an mucizesi

Peygamber Efendimizin (a.s.m.) en büyük mucizesi Kur’an’dır. Onun mucizeliği kıyamete kadar devam edecektir. O, sönmez ve söndürülmez bir güneştir. Dünya ve ahirette insanlığın rehberi ve mürşididir.

Kur’ân, İsm-i Âzamdan ve her ismin âzamlık mertebesinden gelmiş, âlemlerin Rabbi ve bütün mevcudatın ilâhı itibarıyla Allah’ın kelâmı ve fermanıdır. Göklerin ve yerin Hâlıkı haysiyetiyle bir hitaptır. Başlarında bazan şifreler bulunan bir muhaberedir. İsm-i Âzamın muhitinden nâzil olup Arş-ı Âzamın ihtiva ettiği bütün yerlerine bakan, hikmet saçan bir kitab-ı mukaddestir. Bu sırdandır ki, “Kelâmullah” ünvanı kemâl-i liyakatle Kur’ân’a verilmiş.[1]

Bediuzzaman, Kur’an’ın kırk vecihle mucize olduğunu beyan etmiştir. Kıyamete kadar gelecek olan asırlara ve o asırlarda yaşayacak olan insanların her tabakasına harikulâde beyan ve i’cazı vardır. Nümune olarak bir kısmına şöyle işaret etmektedir.

Kur’an, nazil olmaya başladığında bütün insanlara meydan okudu. İnsanlarda iki şiddetli his uyandırdı. Dostlarında taklit hissi, düşmanlarında ise tenkit ve muaraza hissi. Bu iki hissin sevkiyle binlerce kitap telif edildi. Bunların hiç biri onun fesahat ve belağatına yetişemedi. Yetişemediğinin en büyük delili, onun düşmanları, harflerle yapılan bu savaşı ve muarazayı kaybettiler. Onun için daha uzun, daha zor, canlarını ve mallarını da tehlikeye atmak sureti ile kılıçlarla savaşmak zorunda kaldılar. “Demek muâraza-i bilhuruf mümkün değildi, muhaldi. Onun için muharebe-i bissüyufa mecbur oldular.”[2]

Kur’an’ın nazmında hayranlık uyandıracak derecede bir cezalet ve metanet var. Harflerinden kelimelerine, cümlelerinden hey’et-i umumiyesine varıncaya kadar muhteşem bir uyum var. “And olsun, Rabbinin azâbından en küçük bir esinti onlara hafifçe dokunacak olsa “Eyvah bize,” diyeceklerdi. “Biz gerçekten kendimize yazık etmişiz!”[3] ayetine bakıldığında görülecektir ki, azabın büyüklüğünü ve dehşetini ifade etmek için harika bir söz dizilişi var. Ayette geçen “le in” şüphe ifade ettiği için azlığa; “messe”, azıcık dorunmak anlamında azlığa; “nefha”, hem sığası hem de manası azlığa; “min” harf-i cer olup birazcık anlamında azlığa; “azap”, Nekal, ikab gibi kelimelere göre daha hafif olduğu için azlığa;  “Rab” Kahhar, Cebbar gibi isimlere göre daha fazla merhamet ettiği için azlığa delalet etmektedirler. Cezanın bu kadar azı bile “eyvah bize, gerçekten biz zalimlerden olmuşuz” dedirtiyorsa, elbette büyüğünden Allah korusun demekten başka çare kalmaz.[4]

İhlas suresinde altı cümle var. Üçü müspet, yani olumlu; üçü menfi, yani olumsuz. Tevhidin altı mertebesini ispat ettikleri gibi şirkin de altı çeşidini reddeder. Her cümlesi diğer cümlelere delil olduğu gibi aynı zamanda netice de olur. Bu şekilde otuzdan fazla ihlas suresi iç içe girmiş olur.  Bu sayı, sure sayısının üçte birisine tekabül eder. Bu sureyi okuyan kimse, sure sayısı itibariyle Kur’an’ın üçte biri kadar bir sureyi okumuş olur. Her cümlesinin diğerlerine delil olmasına bir misal: De ki: O Allah’tır. Çünkü O birdir. Çünkü O hiçbir şeye muhtaç değildir ve herşey Ona muhtaçtır. Çünkü O doğurmamıştır. Çünkü O doğurulmamıştır. Çünkü Ona denk olacak hiçbir şey yoktur.[5] Her cümlesinin diğerlerine netice olmasına bir misal: O Allah’tır. Öyle ise O birdir. Öyle ise O Sameddir. Öyle ise O doğurmamıştır. Öyle ise O doğurulmamıştır. Öyle ise Onun hiçbir dengi yoktur.[6]

Kur’an, tepeden tırnağa böyle belağat nakışları ile dokunmuştur. Çünkü O, Sultan-ı Ezelinin Rububiyet-i âmme hesabına fermanıdır. Bütün âlemlerin Rabbi itibarıyla Allah’ın kelâmıdır. Onun için mucizedir ve kıyamete kadar mucizeliği devam edecektir. Bugüne kadar hiçbir beşer böyle bir belağat örneği ortaya koyamamıştır. Bundan sonra da koyamayacaktır.

Kur’an, insanların her tabakasına hitap eder. En ümmisinden en âlimine kadar herkes ondan hissesini alır.

“Meselâ, ehl-i belâğat ve fesâhat tabakasına karşı, harikulâde belâğattaki i’câzını gösterir.

“Ve ehl-i şiir ve hitabet tabakasına karşı garip, güzel, yüksek üslûb-u bedîin i’câzını gösterir. O üslûp herkesin hoşuna gittiği halde, kimse taklit edemiyor. Mürur-u zaman o üslûbu ihtiyarlatmıyor; daima genç ve tazedir. Öyle muntazam bir nesir ve mensur bir nazımdır ki, hem âli, hem tatlıdır.

“Hem kâhinler ve gaibden haber verenler tabakasına karşı, harikulâde ihbârât-ı gaybiyedeki i’câzını gösterir.

“Ve ehl-i tarih ve hâdisât-ı âlem uleması tabakasına karşı, Kur’ân’daki ihbârât ve hâdisât-ı ümem-i sâlife ve ahval ve vâkıât-ı istikbaliye ve berzahiye ve uhreviyedeki i’câzını gösterir.

“Ve içtimaiyat-ı beşeriye uleması ve ehl-i siyaset tabakasına karşı, Kur’ân’ın desâtir-i kudsiyesindeki i’câzını gösterir. Evet, o Kur’ân’dan çıkan şeriat-i kübrâ, o sırr-ı i’câzı gösterir.

“Hem maarif-i İlâhiye ve hakaik-i kevniyede tevaggul eden tabakaya karşı, Kur’ân’daki hakaik-i kudsiye-i İlâhiyedeki i’câzı gösterir veya i’câzın vücudunu ihsas eder.

“Ve ehl-i tarikat ve velâyete karşı, Kur’ân bir deniz gibi daima temevvücde olan âyâtının esrarındaki i’câzını gösterir.

“Ve hâkezâ, kırk tabakadan her tabakaya karşı bir pencere açar, i’câzını gösterir. Hattâ, yalnız kulağı bulunan ve bir derece mânâ fehmeden avam tabakasına karşı, Kur’ân’ın okunmasıyla, başka kitaplara benzemediğini, kulak sahibi tasdik eder. Ve o âmi der ki: “Ya bu Kur’ân bütün dinlediğimiz kitapların aşağısındadır—bu ise, hiçbir düşman dahi diyemez ve hem yüz derece muhaldir. Öyle ise, bütün işitilen kitapların fevkindedir. Öyle ise mu’cizedir.”[7]

Dipnotlar:
[1] Sözler, s. 196-197
[2] Sözler, s. 495
[3] Enbiyâ Sûresi, 21:46
[4] Sözler, s. 497
[5] Sözler, s. 498
[6] Sözler, s. 498
[7] Mektubat, s. 261

Benzer konuda makaleler:

İlk yorum yapan olun

Makale hakkında düşüncelerinizi paylaşın...

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*